24 Haziran 2019 Pazartesi

Hep Aynı Filmi mi İzleyeceğiz?

AKP'nin İstanbul'da aldığı tarihi yenilgiden sonra "Hep aynı filmi izleyecek değiliz ya?" sesleri alaycı bir şekilde yükselirken, Luc Besson'un Anna filmi de "Yine mi aynı hikaye?" diye sorduruyor.


Bu kaçıncı Nikita? Luc Besson’un bu hafta gösterime giren yeni filmi "Anna" yönetmenin bildik temalarının cilalı ama ruhsuz bir tekrarından öteye gidemiyor. Sanki akepe İstanbul il teşkilatı değiştirilse, akepenin pislik olduğu gerçeği değişecekmiş gibi...

Nedense Luc Besson yıllardır aynı filmi çekiyormuş gibi bir his var içimizde. Sanırsınız "Ben değiştim" diyten tayyip erdoğan misali.. Oysa önümüze koyduğu hep aynı kokuşmuş menü...

Luc Besson da tıpkı tayyip gibi... Yapacağı bütün numaraları yıllar önce yaptı, o zamandan beri dişe dokunur bir işe imza atamamış ama şiddet ve göz boyamaya dayalı senaryolarla bizi oyalıyor.

Aksiyon sosu bol bir casusluk hikâyesi olan “Anna” 80’li yılların ikinci yarısı ile 90’ların başını kapsayan 5 yıllık bir zaman dilimi içerisinde Moskova-Paris hattı üzerinde geçiyor. İleri geri zaman atlamalarıyla seyircinin başını döndürmeyi hedefleyen ve sonlarda yer alacak sürprizleri örtbas edebilmek uğruna senaryonun önemli bir kısmını tekrarlar yüzünden feda eden Besson filme de adını veren Anna karakterinde tanınmamış bir oyuncuyu tercih etmiş. Geçmişte bu konuda oynadığı kumarlarda başarıya ulaştığını düşünsek de (Bkz. “Leon”daki Natalie Portman) kendisi de bir model olan Rus Sasha Luss’un (ki ilk oyunculuk deneyimini de 2017’de yine bir Besson filmi olan “Valerian and the City of a Thousand Planets”de yaşamış) oyunculuk kariyerinin pek verimli olacağını sanmıyoruz.

O tarihlerde cep telefonu ve USB bellek mi vardı? Kimi kandırıyorsun ya?

Besson’un konu itibarıyla “Nikita”yı fazlasıyla anıştırmasının yanı sıra bir sahnedeki diyalogların neredeyse bire bir “Leon”dan apartılarak filme yedirilmiş olması da (dikkatli izleyiciler “Leon”da Gary Oldman’ın ağzından çıkan cümlelerin neredeyse bire bir bu filmde de kullanıldığını hatırlayacaktır) yönetmenin tembelliğine mi verilmeli, acizliğine mi?

Öte yandan filmde karakterlerin kullandıkları bazı cihazların (cep telefonu, USB flash bellek vb.) filmin geçtiği yıllarda henüz kullanılmadığını Luc Besson bilmez mi? Akepe'nin yüzsüz yöneticileri gibi, bizi aptal mı sanıyor Luc Bessson?

Kimi sahneleriyle “John Wick”i anıştırsa da onun seviyesine çıkamayan ve hatta “Atomic Blonde” ve “Lucy” gibi filmleri bile aşamayan “Anna” ne yazık ki Luc Besson filmografisinde alt sıralarda kendine yer buluyor.

Paranız ve vaktiniz çoksa gidin bu film için para ödeyin!

Aklınız yoksa, tıpkı akepeliler gibi, herşey normalmiş gibi yaşamaya devam edebilirsiniz.. Aslında sonunuzun geldiğini farketmeden...

12 Haziran 2019 Çarşamba

Karanlık yayan ampul seviciler: Aktroller ve aramızdaki diğer faşistlerle mücadele

Sosyal medyayı siyasi mücadelelerinin vazgeçilmez bir aracı ve cephesi olarak gören baskıcı rejimlere karşı muhalif grupların da sanal ortamda karşılaştıkları provokasyon, manipülasyon ve saldırılarla baş etmek için daha etkili araçlara ve bu araçlar üzerine daha etraflıca kafa yormaya ihtiyaçları var.


St. Petersburg…
Savuşkina Caddesi.
Numara 55.

Bu adresteki binada, Putin'in trol fabrikası var.

Tabelasında “Internet Issledovaniya” yazıyor, yani, internet araştırmaları… 24 saat kesintisiz, vardiyayla 1000 kişi çalışıyor.

Ne iş yapıyorlar derseniz… Rusça, İngilizce, Almanca, Arapça ve Türkçe haber sitelerine yorum yazıyorlar!

Her bir çalışanın “sanki farklı kişiler”miş gibi 10 farklı hesabı var.
Bu 10'ar farklı hesaptan her gün en az 500'er tweet atıyorlar.

Geleneksel medyayı gazete gazete, televizyon televizyon, tek tek kontrol etmek yerine, medyaya alternatif içerik üretiyorlar.

Tamamen yalan, tamamen iftiralarla dolu ama, sanki “gerçek habermiş” gibi ikna edici tweetler atıyorlar.
1000 çalışanın 10 bin farklı hesabından aynı yönde tweetler yağınca, okuyanlar ister istemez etkileniyor, “bu kadar farklı sayıda kişi aynı şeyi söylediğine göre, demek ki doğru” görüşü yayılıyor.

Trol'ün trol olduğu ortaya çıkarsa, deşifre olan ismini siliyor, başka isimle, başka profil fotoğrafıyla yeni hesap açıyor.

Her trol'ün farklı bir rolü var.
Mesela, Rusya'daki haber sitelerine yönelik faaliyet yürütülürken, kimisi Putin yanlısı gibi görünüyor, kimisi Putin karşıtı tweetler atıyor, suni kutuplaşma yaratılıyor.
Böylece, sanki sosyal medyada karşıt görüşler özgürce dile getiriliyormuş gibi, sanki Rusya'da fikir özgürlüğü varmış gibi, sanki Kremlin müdahale etmiyormuş gibi bir atmosfer oluşturuluyor.
Putin karşıtı tweet atan trollerin iddiaları ve görüşleri, Putin yanlısı troller tarafından atılan tweetlerle çürütülüyor, bu yöntemle Putin karşıtları yalancı, iftiracı durumuna düşürülüyor, rezil ediliyor.

Troller sadece siyasi tweet atmıyor.
Tam tersine, mesela 100 tane alakasız konuda, spor, magazin, yemek, tatil, müzik hakkında tweet atıyorsa, beş tane siyasi tweet atıyor.
Böylece, hem takipçi sayısı daha kolay artıyor, hem de algı yönetimi açısından daha inandırıcı oluyor.

Amerikan medyasına itirafçı olan bir Rus trol, bu sistemin etkisini “atlı karınca”ya benzetiyor… “Atlı karıncaya biniyorsunuz, arkanızda kim olduğunu bilmiyorsunuz, önünüzde kim olduğunu bilmiyorsunuz, bir daire etrafında devamlı dönüyorsunuz” diyor!

Facebook, Putin'in trol fabrikasına ait olduğu tespit edilen 300 civarında sayfayı engelledi.
Azerbaycan, Özbekistan ve Ukrayna'ya yönelik faaliyet gösteren bu sayfaların 450 milyondan fazla takipçisi vardı.

Twitter ise, Putin'in trol fabrikasından çıkan 10 milyon civarında tweet'i deşifre etti.
İngilizce ve Almanca yazılan, Amerikan, İngiliz ve Alman kamuoyunu manipüle etmeyi amaçlayan bu tweetler, ABD başkanlık seçimi, Almanya hükümet seçimi ve İngiltere'deki Brexit referandumuna yönelikti.

Açıkça görüldü ki… Rus trol fabrikasının Almanya'ya ve Merkel'i karalamaya yönelik tweetlerinin çok önemli bölümü Tayyip Erdoğan hashtag'iyle yayılıyordu.

Tabii bu küresel propaganda savaşında, toplumları sosyal medya üzerinden, siyasi, ekonomik ve kültürel açılardan “trol”leme işi, “sahte gerçeklik” yaratma işi, sadece Putin'e ait bir faaliyet değil…

Üstün zekalı bilişim endüstrisi profesyonelleri ve yetkin iletişimcilerin yarattığı, dünya çapında, yeni bir medya çağı bu.

Çin'de algı tasarımı inşa eden, hem Çin halkına yönelik, hem de hedef ülkelere yönelik faaliyet gösteren trol platformları var. Sıradan vatandaşmış gibi sosyal medyaya giren Çin devlet görevlileri, yılda 450 milyon civarında yönlendirici mesaj üretiyor.
İran'da var.
İsrail'de var.
Hindistan'da var.
Suriye'nin dijital ordusu, tahmininizden çok daha güçlü.

E dünyada vaziyet böyle olduğuna göre, interneti icat eden ABD'de vaziyetin hangi boyutlarda olduğunu tahmin edebilirsiniz herhalde!

Trump'ın başkan seçildiği 2016 seçimlerinde, ABD'de 300'ün üzerinde sahte haber sitesi kuruldu, tık diye tıklanması için iki milyona yakın sahte haber link'i üretildi.
Trump yandaşı sosyal medya trafiği, sıradan vatandaş görünümü altında, tamamen trol hesaplarla yürütüldü.
Türkiye'de hıyarto zannedilen Trump, aslında algoritmik propagandayla, bütün Amerikan halkını hıyar gibi söğüşledi.
Bilgi madenciliği yapan Londra merkezli bir şirket aracılığıyla, sosyal medya kullanan seçmenlerin, özellikle Facebook kullanan seçmenlerin, kişisel profillerini satın alıp, onlara yönelik sahte haber bombardımanı yaratıp, oy verme eğilimlerini etkiledi.
Papa'nın Trump'ı desteklediği, Obama'nın Kenya'da dünyaya geldiği, Hillary Clinton'ın ipliğini pazara çıkaracak olan FBI ajanının öldürüldüğü gibi, palavralar yayıldı.
Aslına bakarsanız sadece 10 bin kişiyi hedef aldılar… Söz konusu 10 bin kişiyi etki altına aldıklarında, 30 milyon takipçi kitlesine ulaşacaklarını gördüler, buna yoğunlaştılar, başardılar.
Farklı seçmen tiplerine, farklı söylemlerle, ürün satar gibi, kişisel pazarlama yaptılar.
Hillary Clinton'ın her hamlesine karşı trol saldırısı başlatarak, gürültü yaptılar, kavram karmaşası yarattılar, boğdular.

Trump'la Clinton'ın televizyonda karşılıklı canlı yayın tartışmasına çıktıkları gece, Trump yanlısı trol hesaplardan Clinton yanlısı hesapların yedi misli tweet atıldı.
Clinton'ın söylemediği sözler, sanki söylemiş gibi yayıldı.
Tartışmayı televizyondan naklen seyretmeyip, sonradan sosyal medyadan takip edenlerin aklında “sahte gerçeklik” kaldı.

Ve maalesef, bu işin en iğrenç hali, en vahşi hali, en pespaye hali, Türkiye'de yaşanıyor.

2013 yılına kadar sadece fetocuların trol hesapları vardı.
Merkez medyanın internet haberlerinin altına yönlendirici yorumlar yapıyorlardı, fetocu ve liboş yazarları yüceltiyor, namuslu gazetecileri karalıyor, aşağılıyorlardı.
Trol haber siteleri kurdular.
Sahte isimlerle sosyal medya fenomenleri yarattılar.
İsim vermeyeyim, şu anda bile faaliyetine devam eden, özellikle gençlerin yoğun şekilde takip ettiği sosyal haber siteleri kurdular.

Taa ki 2013'e kadar…
2013'teki Gezi Parkı olaylarından sonra “Aktroller” peydah oldu.
Fetocular büyük ölçüde imha edildi, sosyal medyadaki yalan haber, yönlendirici yorum hakimiyeti Aktrollere geçti.

Akp'yi rahatsız eden her kişi, her kurum ve her hadise hakkında yalan haber yayıyorlar, toplumun gerçekle bağını kopartıyorlar, toplumsal kutuplaşmayı bilinçli olarak keskinleştiriyorlar.

Netice?

Oxford Üniversitesi'nin 37 ülkeyi kapsayan dijital haber raporu'na göre, dünyada internet üzerinde en fazla yalan haber görülen ülke, Türkiye.
37 ülkenin yalan haber ortalaması yüzde 26'yken, Türkiye'nin yalan haber ortalaması yüzde 49!
İnsanlar gerçek habere ulaşabilmek için twitter'a facebook'a whatsapp'a yöneliyor, oralarda da kılıktan kılığa bürünmüş troller kol geziyor.


Troller, botlar, astroturf: Sosyal medyanın anti-sosyal yüzüyle baş etme rehberi

Yazar: ASLI PEKER

Çin'de 50 kuruş partisi, Putin'in trol ordusu, Meksida'da Penabot'lar ve malumumuz Aktroller... Sosyal medya dünyanın hemen her yerinde sivil toplum örgütleri, siyasi aktivistler ve bilimum muhalif gruplar için elzem bir iletişim ve örgütlenme aracı haline gelirken, muktedirlerin bu platformları kontrol ve manipule etme çabaları da yoğunlaşıyor ve çeşitleniyor. Zaten bir süredir görmeye alışageldiğimiz topyekûn sansürleme, site kapatma, yasaklama gibi daha konvansiyonel yöntemlerin yanı sıra son dönemde otomatik yazılımlar ve ücretli ya da gönüllü kadrolar kullanarak daha aktif şekilde sosyal medyada dolaşan mesajların içeriğini ve tartışmanın tonunu etkilemeye çalışmak revaçta. Üstelik bunu yapan sadece otoriter rejimler de değil, Amerikan ordusundan lobi gruplarına, seçim derdindeki siyasetçilerden çok uluslu şirketlere, sanal ortamda manipülasyon işine bulaşmayan yok gibi...

Peki ama neden? Bu kadar farklı aktörün sosyal medya trafiğini etkilemek için bunca kaynak akıtmasının sebebi ne? Elbette öncelikli ve bariz hedef kamuoyunu etkilemek ve propaganda yapmak. Kendi görüşlerinin ve destekçilerinin gerçekte olduğundan çok daha yaygın olduğu izlenimini yaratmak, suni gündem ve taban hareketleri oluşturmak, sanal ortamın kısıtlı kaynağı olarak addedilen dikkatleri dağıtmak. Bir diğer amaç muhalifleri ürkütmek, seslerini bastırmak, iletişim ağlarını ve örgütlenme kanallarını sekteye uğratmak, siyasi rakipleri yıpratmak, prestijlerini azaltmak, kişisel saldırılarla ilgiyi siyasi meselelerden uzaklaştırmak. Velhasıl rasyonel tartışmayı sabote etmek, tarafları kutuplaştırmak, fevri tepkilere sebebiyet verip kimsenin birbirini dinlemediği, önyargıların kemikleştiği bir ortam yaratmak [1]

Durum böyle olunca, özellikle sosyal medyayı siyasi mücadelelerinin önemli bir aracı ve cephesi olarak gören ve kullanan muhalif grupların da sanal ortamda karşılaştıkları provokasyon, manipülasyon ve saldırılarla baş etmek için daha etkili araçlara ve bu araçlar üzerine daha etraflıca kafa yormaya ihtiyaçları var. Bu yazı (aslında bu konuda çok da uzmanlığı olmayan bir internet kullanıcısı tarafından kaleme alınmış) bir başlangıç denemesi. Önce birkaç tanımla başlayalım...

Artık bizde de gündelik dilin bir parçası haline gelen trol sözcüğü, internette kışkırtıcı, tartışılan konu ile alâkâsı olmayan yorumlarla insanları kasten provoke etmeye ya da konuyu dağıtmaya çalışan kişiler için kullanılıyor. Aslında ilk ortaya çıktığı (ve Amerika'da hâlen yaygın olarak kullanıldığı) şekliyle bariz bir siyasi içerik taşımıyor, daha çok bu provokasyon işini eğlence olsun diye yapan hafif nihilist internet kullanıcılarını tanımlıyor. Ama zaman içinde, sosyal medya siyasete bulaştıkça trollük terimi de politize oluyor ve daha spesifik olarak ırkçı, yabancı düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı, homofobik yorumlarla diğer kullanıcılara saldıran, sohbet ya da tartışmayı kesintiye uğratan, birçoğu anonim ya da sahte hesaplar kullanan kişilere trol denilmeye başlıyor. Aynı dönemde devletler de sanal manipülasyon işine el atınca, otoriter ya da yarı-otoriter rejimlerin iktidarda olduğu birçok yerde trol, hükümet yanlısı, (en azından bir bölümü) hükümet tarafından kiralanmış ve merkezi olarak yönetilen ‘piyonlar' için de kullanılmaya başlıyor. Fakat bu iki kullanım arasındaki fark zaman zaman gözden kaçıyor, yazının sonunda buna tekrar döneceğim ama burada da açıklık getirmekte fayda var: (Ak)trol diye nitelendirdiğimiz saldırgan internet kullanıcıları illa ki hükümet ajanı ve bu işi para için yapan kişiler değil, muhtemelen (ve maalesef) büyük kısmı içtenlikle şovenist, ırkçı, kadın düşmanı sıradan insanlar... Aslında trollerin gerçekten hükümetten para alıp almadıkları, yaptıkları saldırıların ‘resmen' yönlendirilip yönlendirilmediği çok da bağlayıcı değil, ‘trolvari' davranışların yaygınlığı ve artan dozu, sosyal medyanın siyasi mücadelede aktif bir cephe haline geldiği savını destekliyor. 

Otoriter rejimlerin muhalif gruplara karşı kullandıkları bir diğer silah olan botlar ise internet üzerinde faaliyet göstermek üzere tasarlanmış, otomatik olarak içerik üreten ve gerçek kullanıcıları taklit eden yazılımlar. Aslında botlar, birçoğu hiç de ‘art niyetli' olmayan pek çok farklı amaç için kullanılıyor ama burada bizi ilgilendirenleri sahte sosyal medya hesaplarından hükümet yanlısı mesajlar atan, otomatik mesaj yağmurları ile aktivistler için önemli hashtag'leri bombalayan, muhalif hesapları spamleyen, kullanıcısının takipçi sayısını yapay olarak şişiren habis türleri. İlk jenerasyon botların operasyonları daha basit ve tespit edilmeleri daha kolayken internet teknolojilerindeki gelişmeler, bu otomasyon sistemlerinin çok daha karmaşık, tespitlerinin çok daha zor ve kullanımlarının çok daha yaygın hale gelmesi sonucunu doğurmuş [2].

Son olarak üzerinde durmak istediğim olgu, kelime kökeni suni çim markası astroturf'ten gelen astroturfing. Bu terim, İngilizce'de tabandan gelen ve kendiliğinden halk oluşumları için kullanılan ‘grassroots' kavramının tersine, yapay olarak yaratılan, bir merkezden finanse ve kontrol edilen ve kendisine kitlesel taban hareketi süsü veren kampanyalar için kullanılıyor. Bu tür kampanyalara sosyal medya dışında da rastlamak mümkün olsa da (örneğin hükümet ajanları tarafından düzenlenmiş sokak protestoları, parayla tutulmuş ya da kendi inisiyatifi dışında alanlara doldurulmuş kalabalıklar, sahte isimlerle bezeli imza kampanyaları vs.), cüzi meblağlara binlerce sahte hesap satın almanın mümkün olduğu, botlarla trollerin cirit attığı sanal alem, ‘suni çim' ekmek için çok daha elverişli bir ortam sunuyor [3]. Son dönemde aniden ortaya çıkıveren hükümet yanlısı birtakım Facebook grupları, popüler hashtag'ler ya da Twitter trending topic'ler, bu tür astroturfing kampanyalarının giderek daha fazla göreceğimiz bir taktik olduğuna işaret ediyor.

Peki ne yapmalı? Astroturfing ve bot saldırıları konusunda yapılabilecek en etkili şey, sosyal medyayı takip ederken bu tür manipülasyonlara karşı daha uyanık olmak, kamuoyunu bilinçlendirmek, erken teşhis ve ifşa etmek. Bot saldırılarını sosyal medya platformlarına şikayet etmek, spamlenme ihtimaline karşı özellikle kritik dönemlerde aktivistler arasındaki iletişim kanallarını açık tutmaya yarayacak alternatif yollar geliştirmek. Astroturf olduğundan şüphelendiğimiz sosyal medya trendlerinin gerçek hayattaki izdüşümlerini ve finansmanlarını araştırmak ve asılsız olanlarını teşhir etmek.

Trollere karşı en sık tavsiye edilen mücadele biçimi ise onları görmezden gelmek, ya da sıklıkla duyduğumuz şekliyle ‘trolleri beslememek'. Bu baskın görüşe göre trollerle rasyonel bir tartışma yürütmenin, onları ikna etmenin mümkünü yok, çünkü onlar gerçeklerle ilgilenmiyorlar. Trollerin en büyük zevki karşılarındakini tahrik etmek, çileden çıkarmak, duygusal tepkiler verdirmek, kendi seviyelerine çekip saldırganlaştırmak. Eğer troller bu tepkilerden besleniyorsa onlardan kurtulmanın en garantili yolu da onları aç bırakmak.

Bu argüman gerçekten makul gözükse de meydanı trollere bırakmak her zaman içe sindirilebilecek bir şey değil. Çünkü hiçbir şey yapmamak, bir yerde trollerin yaydığı nefret söylemine itiraz etmemek, kamusal alanda dolaşmaya devam etmesine göz yummak anlamına da geliyor. Üstelik, ‘trolleri beslemeyin' düsturunun odak noktası troller. Oysa hangi motivasyonlarla nefret kustuğunu bilmediğimiz ve aşırı görüşlerini değiştirme ihtimali çok düşük olan trollerden daha önemli olan, asıl dert edinilmesi gereken, trol saldırısına maruz kalan kişi ve saldırıya şahit olan seyirci kitle. Dolayısıyla trol saldırısına verilecek tepkiyi belirlemek için sadece trolden nasıl kurtuluruz sorusu yeterli değil. Nasıl yaparız da bu saldırıyı, kamusal söylemi ve müşterek normları dönüştürmek, hedef olan kişi ya da grubu kurban olmaktan çıkarıp özne olarak yeniden inşa etmek için bir fırsata çevirebiliriz sorusunun yanıtı da önemli...

Tamamen görmezden gelmenin bir adım ilerisi, trollerin bıraktığı kışkırtıcı yorumları silmek, trol olduğundan şüphe ettiğimiz hesapları bloke etmek, eğer bu yorumlar nefret söylemi ve şiddet içerikli ise bunları direkt olarak bırakıldıkları sosyal medya platformuna şikayet etmek ve hesapları kapattırmaya çalışmak. Bunu sadece trol saldırısına uğrayan kullanıcının yapması da gerekmiyor, hatta ne kadar çok kullanıcı bu hesapları şikayet ederse sonuç alma ihtimali de o kadar yüksek. Fakat maalesef en yaygın kullanılan sosyal paylaşım siteleri olan Facebook ve Twitter, bu tür şikayetleri takip etmek ve failleri cezalandırmak konusunda hâlâ oldukça yavaş ve savsak. Üstelik yasaklanan bir hesabın sahibinin (özellikle Twitter'da) yeni bir hesapla faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmesi de çok kolay. Bir de tabii trollerin bu şikâyet mekanizmalarını suistimal edip bir saldırı aracı olarak kullanması, yani hedef aldıkları hesabı asılsız yere Twitter'a spam olarak bildirmeleri sorunu var.

Trol hesapları bloklamak, kişisel sadırılardan bir nebze korunmak ve akıl sağlığını muhafaza etmek için makul bir seçenek. Fakat nihai bir çözüm değil; bloklama bir yerden sonra yeni trol hesaplarıyla köşe kapmaca haline gelebilir. Üstelik Türkiye gibi faşizmin gündelik dilin bir parçası haline geldiği bir ülkede, bloklamanın dozunu kaçırmak oldukça kolay. Düpedüz nefret söylemi yayan hesapları bloklamak anlaşılır bir tepki olsa da bir dezavantajı, karşıt görüşlü kişi ve grupların neler konuşup neler paylaştıklarını takip etme fırsatını kaçırmak olabilir.

Bir de bloklamayı bireysel değil kolektif bir uğraş olarak düşünmek ve kurmak da mümkün. Öncülüğünü merkezî bir liste kullanan “Block Bot” adlı programın yaptığı liste bloklama sistemlerinin “Block Together” gibi yeni jenerasyon versiyonları, Twitter kullanıcılarının kendi blok listelerini yapmealarına, bu listeleri arkadaşlarıyla paylaşmalarına ve başkalarının blok listelerine abone olmalarına olanak tanıyor. Böylece abone olduğunuz bir hesabın blokladığı kullanıcılar, otomatik olarak sizin hesabınızdan da bloklanıyor. Bu tür programları kullanarak Twitter ve benzeri platformları kendimiz ve yakın çevremiz için daha ‘hijyenik' bir hale getirmek mümkün. Ama bunu yaparken unutmamak gerekir ki biz kokusunu eskisi kadar çok almasak da atık sular altan alta akmaya devam ediyor olacak.

Trolleri görmezden gelmeye dayanamayan ve onları geri püskürtmek için daha aktif yollar arayanlar için en radikal seçenek ise doğrudan taarruz. Son dönemde bunun bir tezahürünü trol saldırılarına maruz kalan grupların yürüttüğü ifşa et ve utandır (name and shame) kampanyalarında görüyoruz. Örneğin Amerika'da kimi feministler kendilerine yollanan şiddet ve nefret içerikli mesajları sosyal medya hesaplarından yayımlıyor. “Racists Getting Fired” adlı bir site, ırkçı paylaşımlar yapan kişilerin adlarını ve işverenlerinin telefonlarını duyuruyor ve takipçilerini arayıp șikayet etmelerini yönünde teșvik ediyor. Kendisine cinsel şiddet içerikli mesajlar yollayan genç bir trol'ü annesine şikayet edip kendisinden özür dilemesini sağlayan bir blogger örneği bile var... Tabii bu tür doğrudan yüzleşme taktiklerini Amerika'da kullanmakla sanal/sözel/fiziksel șiddet arasındaki çizginin kıldan ince, hukuk sisteminin bozuk, güvenlik güçlerinin taraf olduğu bir ülkede kullanmak arasında alınan risk açısından büyük bir fark var. Üstelik bu tür yöntemler anonim ya da sahte hesap kullananlar için çok etkili olmayabilir. Zaten azılı trollerin hâlâ bir ‘ar duygusu' olduğuna inanmak da belki biraz fazla iyimser bir varsayım.

Fakat yine de bu tür kampanyaların, özellikle saldırıya uğrayan kişinin maaruz kaldığı saldırıyı deşifre etme çabası, saldırganı topluca kınama seferberliğine dönüşebilirse önemli bir getirisi olabilir. Böyle toplu kınamalar, hem kamusal alanda nefret söylemi ve sözel şiddetin olağan ve sıradanlığını biraz olsun sarsmaya, hem de kurbanın kendisini daha az yalnız ve izole hissetmesine yardımcı olabilir. Özellikle bu ikinci nedenden dolayı trol saldırısına uğrayan bir kişinin durumu sessizce sineye çekmek yerine kendi sosyal ağını harekete geçirmesi, eğer karşı taarruza geçecekse de bunu tek başına değil, arkadaşları ve takipçilerinin desteği ve işbirliği ile yapmasında fayda var.

Trollerle doğrudan muhatap olurken akılda tutulması gereken, asıl hedefin trol değil izleyici kitlesi (ve genel olarak kamuoyu) olduğu. O yüzden de trollerle onların dilinden konuşmak, ağız dalaşına, hatta fikir mücadelesine girişmek çok da anlamlı değil. Trolün yarattığı olumsuzluk içinde yapılabilecek en olumlu şey durumu bir toplu öğrenme fırsatına dönüştürmek: Trolü es geçip diğer katılımcılara dert anlatmak, trolün beyanları üzerinden nefret ve şiddet söylemini ya da ad hominem saldırı gibi sıklıkla rast geldiğimiz mantık hatalarını masaya yatırmak, resmî söylemin hegemonyasını sarsıp bir ‘karşıt-söylem' geliştirmeye çalışmak akla gelen bazı ihtimaller [4].

Bitirmeden iki noktayı tekrar vurgulamak isterim: Birincisi, sosyal medyada zehirli paylaşımlar yapan kullanıcıların büyük kısmı dar anlamıyla trol değil. Birçoğu ne hükümetten para alıyor, ne eğlence için ortalığı birbirine katan başbelaları, ne de kendilerini trol olarak tanımlıyorlar. İkincisi, internet üzerinden hükümet çığıŗtkanlığı yapan, nefret söylemi üreten ve sözel şiddet uygulayan herkesi ‘Aktrol' olarak damgalamak sanki sorun bir avuç paralı veya gönüllü ‘asker'miş yanılsamasını yaratıyor. Sanki o bir avuç musibeti görmezden gelirsek, bloke edersek, başımızdan savabilirsek sorun da çözülecekmiş yanılsamasını... Ama maalesef sorun sadece Aktroller değil, sorun toplumca trolleşmemiz, trolce konuşmamız. Onun için trollerle mücadele rehberinin, bu geniş anlamıyla trollükle mücadele rehberi olarak ve müşterek bir çaba ile yazılması lazım.

Yazar: ASLI PEKER


[1] Üstelik bu psikolojik etki sandığımızdan daha derin de olabilir. Yakın zamanda yayımlanan bir araştırmaya göre okudukları bilimsel bir makalenin ardından olumsuz ve kaba okuyucu yorumlarına maruz kalan kişilerin ilk başta okudukları makaleye dair algıları da değişiyor, konuyu olduğundan çok daha siyah beyaz görmeye başlıyorlar. Araştırmacılar buna ‘pislik etkisi' (nasty effect) adını vermiş.

[2] Kimi tahminlere göre internet trafiğinin %60'dan fazlası insan kaynaklı değil. Ayrıca Facebook'ta 80 milyonun, Twitter'da 20 milyonun üzerinde sahte hesap olduğu yönünde tahminler var.

[3] Bir grup akademisyenin Twitter'in onayıyla, kendilerine alıcıymış süsü vererek yaptıkları bir araştırmanın bulgularına göre 1000 adet sahte Twitter hesabının maliyeti 10 dolar ile 200 dolar arasında değişiyor. 10 dolara 1000 adet sahte Yahoo e-mail adresi, 12 dolara ise 1000 adet Hotmail adresi almak mümkün. IP adreslerinin de benzer bir piyasası var.

11 Haziran 2019 Salı

WhatApp Grubu Kurarak Para Kazanabilir misiniz?

Mesajlaşma denince akla ilk gelen uygulama olan WhatsApp'taki paralı gruplar her geçen gün yayılıyor. Bazı gruplara talep oldukça fazla, isminizi yazdırıp sıra bekliyorsunuz.


Türkiye'de ve dünyadaki elektronik mesajlaşma trafiğinin büyük ölçüde üzerinden geçtiği WhatsApp'taki grup konuşmaları artık hayatın bir parçası. Bu grupların paralı olanları ise profesyonellik gerektiren alanlarda hizmet sağlıyor.

WhatsApp üzerinden özel davetle katılınabilinen mesajlaşma gruplarında kimi zaman yatırım tavsiyesi, kimi zaman özel İngilizce, matematik dersleri kimi zaman da astroloji tartışmaları yapılıyor. 'Uzman' isimler önderliğinde kurulan bu mesajlaşma gruplarına katılmanın yıllık veya aylık bir ücreti var.

BİR GRUP EN FAZLA 256 KİŞİ ALIYOR

Örneğin at yarışı alanında hizmet veren Ankaralı bir grubun kurduğu Whatsapp grupları altılı veya ikili bahis için kurdukları gruplara üye topluyorlar. Mesajlaşma grubuna aylık üyelik ücreti 100 TL. Böyle 10'a yakın grupları var. Her bir grup en fazla 256 kişi alıyor. Grup ganyan oynamak için üye alımlarını yoğunluktan dolayı kapatmış.

WhatsApp gruplarının işleyişi üzerine bir yetkili gruba alımların kapalı olduğu bilgisini verdi

Borsa alanında ‘hizmet veren’ bir Twitter ve Instagram hesabı yatırım tavsiyeleri vererek üye topluyor. Bu gruba üye olmak isteyen önce Avusturya'dan alınmış +38 ile başlayan bir cep telefonu hattına 'merhaba' mesajı gönderiyor. Ardından grup yöneticisi ile anlaşma sağlanırsa grupta kalmaya devam ediyor.

MANİPÜLASYON YAPILIYOR MU?

Yatırım tavsiyesi ve borsa için kurulan gruplar hakkında hisseler üzerinde manipülasyon yaptıklarına yönelik iddialar var. Örneğin gruplara katılan biri bazı borsa WhatsApp gruplarında bir şirketin hisselerinin toplu olarak alınıp satıldığını böylece şirket hisseleri üzerinde manipülasyon yapıldığını iddia ediyor.

YILDA 200 TL’YE MATEMATİK SORUSU

Matematik öğretmenleri kurdukları paralı grupta organize olup, üniversiteye hazırlanan öğrencilerin sorularını çözüyor. Öğretmenler gruba katılan öğrencilerden bir yıl boyunca 200 TL ücret talep ediyor. Karşılığında öğrenci çözemediği sorunun fotoğrafını gruba atıyor, öğretmen soruyu çözüp, çözüm yoluyla birlikte aynı grup üzerinden öğrenciye anlatıyor. Grupta yönetici dahil olmak üzere 5 matematik öğretmeni bulunuyor. Grup üzerinden dönem ödevi yapma hizmeti de veriliyor.

BORSA KRALI: BEN YOUTUBE’A GEÇTİM

Bir dönem yaptığı yatırımlar sebebiyle 'Borsa Kralı' olarak tanınan ve aynı isimle bir otobiyografi de yayımlayan Nasurullah Ayan sorularımızı yanıtladı. Ayan ücretli Whatsapp grubu kuran önemli isimlerden biri. Ayan kitabını alan isimleri gruba üye yapmış. Ayan grubunda şirket analizleri yaptığını söylerken tüyo veya yatırım tavsiyesi vermediğini söylüyor.


"Grubu kurduğumda büyük portföyü olanlar geldiler. Üç yıldır piyasaların gidişi hakkında sohbet ediyoruz" diyor. Ayan, son günlerde yorumlarını daha çok Youtube hesabına kaydırdığını söylerken, "Youtube'da daha geniş bir kitleye ulaşabiliyorsunuz. Benim Whatsapp grubun 90 kişilikti. Üç yılda 100'e yakın şirket üzerinde analiz yaptım" diyor.


2 YILDAN 5 YILA HAPİS CEZASI

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) 14 Aralık 2009 tarihinde elektronik ortamda yapılan piyasa yorumları üzerine bir uyarıda bulunmuştu. Kurum burada yatırım danışmanlığı hizmetinin aracı kurumlar, mevduat kabul etmeyen bankalar ve portföy yönetim şirketleri tarafından yapılabileceğini söylemişti. SPK kanuna göre yetki belgesi olmadan yatırım danışmanlığı yapmanın 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ve elde edilen menfaatin üç katından az olmamak üzere para cezası bulunuyor.

GARANTİ VEREN SUÇ İŞLİYOR

Sermaye piyasaları alanında uzman olan avukat Resul Özmen sozcu.com.tr'ye yaptığı açıklamada grupların 'kazanma garantisi' vermesi veya şirket içlerinden haber alarak işlem yapmaya teşvik etme durumları olursa yatırım tavsiyesi veren kişiye ceza verilebileceğini söylüyor.

Whatsapp grupları medyanın da kullandığı bir iletişim aracı, haber ihbarları zaman zaman Whatsapp gruplarından da geliyor. Sitemiz Sözcü.com.tr whatsapp ihbarlarını aktif olarak kullanıyor. Öte yandan yeni nesil gazetecilik yapan bazı mecraların Whatsapp grupları sohbetlerini haberleştirmesi de fark yaratıyor.

WHATSAPP GRUBU KONUŞMA KURALLARI ADABI NE OLMALI?

Kısa bir arama yapıldığında Türkiye’deki açık veya özel Whatsapp gruplarına ilişkin olarak kapsamlı bir inceleme yazısına pek rastlanmıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Ahmet Emre Bilgili WhatsApp gruplarının işleyişi üzerine 2016 yılında İstanbul Ticaret Odası gazetesinde ‘Whatsapp gruplarının işleyişi üzerine’ isimli bir bir makale kaleme almıştı. Bilgili ile görüşmemizde mesleki amaçla veya kişisel olarak katıldığı WhatsApp gruplarında konuşmaların dağınık olması ve resmi toplantı ve görüşme kurallarına uyulmaması sebebiyle yazıyı kaleme aldığını ifade ediyor. Bilgili yazısında Whatsapp grubu konuşma kurallarını 14 maddede özetliyor. Bu 14 maddeden bazıları şunlar:

Her şeyden önce WhatsApp grup yöneticisi, işinin sadece grubu kurmak olmadığını asıl görevin yönetmek olduğunu bilmeli ve grubun neden oluşturulduğunu, hedefini ve kurallarını ilan etmelidir.

Sözgelimi grup üyelerinden birinin yakını vefat ettiğinde gruptan biri bunu üyelere duyurur. Define ilişkin bilgiler verir. Fakat bütün üyeler cenaze sahibine taziyelerini buradan ayrı ayrı bildirmemeli. Bir anda grup sayısı kadar taziye mesajı taziye sahibini de üyeleri de rahatsız eder.

Grubun bir amacı olmalı ve paylaşımlar bu amaç çerçevesinde olmalıdır.

Mesajlara ilk başlarken 'önce selam sonra kelam' düsturuyla hareket edilmeli, kısa ve öz yazılmalı. Kurulan cümleler mutlaka anlaşılır olmalıdır.


Prof. Ahmet Emre Bilgili CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na olan benzerliği ile gündeme gelmişti.

KAZANÇ NASIL VERGİLENDİRİLECEK?

Maliye uzmanlarının yorumlarına göre para karşılığı girilen WhatsApp gruplarında bir fatura kesilmiyorsa kazanç vergilendirilmemiş kabul ediliyor ve devlet vergi kaybına uğruyor. İnternet üzerinden ticaret yapan şirketler prosedür olarak vergileri, aylık, 3 aylık ya da yıllık olarak beyan etmeleri gerekiyor. Grup yöneticisi hizmetini danışmanlık olarak tanımlayıp serbest meslek makbuzu da kesebilir. Bunların olmadığı durumlarda devlet vergi kaybına uğruyor.

‘KÂRA GEÇENE KADAR PARA ALMADI’

Bitcoin üzerine kurulan bir gruba üye olan bir kişi gruba üye olurken bir ücret ödemediğini gruptaki tavsiyeler üzerinden yapılan al satlar sonucu grup kurucusunun yüzde 5 komisyon ile çalıştığını söylüyor. Eğer yapılan işlem sonucu grup üyesi para kazanmazsa kâra geçene kadar grup kurucusu ücret almıyor. Gruba üye olan isim şu ana kadar gruba 300 dolar civarında para ödediğini karşılığını ise daha fazla olarak aldığını ve grupta olmaktan dolayı mutlu olduğunu söylüyor.

6 Haziran 2019 Perşembe

Bedri Baykam Harıl Harıl YILMAZ ÖZDİL'i Arıyor: "Nerede Bu Kahraman?"

6 Haziran 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Bedri Baykam'ın köşe yazısını okuyanları bir gülme aldı! Bedri Baykam, Yılmaz Özdil'in 2 yıl önce yayınladığı bir köşe yazısını yeni okumuş ve "Kimdir bu yazıyı yazan kahraman? Lütfen kendisi kesin şekilde ortaya çıksın, teşekkür edelim, haftaya size buradan kendisini tanıtayım." diyordu.


Bedri Baykam'ın "Kim bu adsız kahraman? Lütfen yardım edin..." başlıklı yazısını okumak için TIK'layın

Bize de Bedri Baykam'ı bu meraktan kurtarmak düştü!

Hemen yardım edelim: O yazı YILMAZ ÖZDİL'e aittir. NOKTA!

Söz konusu yazısında Bedri Baykam şöyle yazıyordu

Günlük alışkanlıklarımız arasında sosyal medyadan bize gelen çok şaşırtıcı, ilginç, çarpıcı paylaşımları başka dostlarımıza iletip onlara da bu keyfi yaşatmak gibi bir alışkanlığımız var. Ben de geçen hafta bana imzasız gelen harika bir metni çeşitli dostlarımla paylaştım. Bu arkadaşlardan biri günlük rutinde yaptığımız bu işlemi benim bir yazım sanmış ve "Bedri Baykam'dan muhteşem bir anlatım" diyerek bunu etrafına yaymış! Ertesi gün bu çok farklı yerlerden önüme düşünce, o güzel yazının her yere gittiğine sevindiğim kadar, yanlış şekilde benim imzamla yayıldığını görerek bu yanlışlığı düzeltmek istedim. Facebook ve Twitter hesaplarıma hemen düzelti koyduğum gibi, bana bu maili WhatsApp'tan yollayan arkadaşlarıma da aynı uyarıyı ilettim. Ertuğrul Özkök bana mesaj atıp sordu, ona da durumu bu sözlerle aktardım. Hatta dün kendisi de yazmış köşesinde...

Her okuyanı etkileyebilecek bir güçte olan bu yazıya denk geldiniz mi bilmiyorum, burada tekrar paylaşıyorum ve artık öğrenmek istiyorum bu muhteşem yazıyı kim kaleme aldı? Lütfen yardım edin bana ve bu adsız kahramanı bulup hakkını verelim.

Daha sonra Bedri Baykam "yazarı meçhul bir kahramana ait" metni paylaşıyor:

"İnek Şaban mesela...

Neydi acaba mezhebi?

Alevi miydi Belgin Doruk, Sünni miydi Ayhan Işık?

Kürt kökenli miydi, yoksa Çerkez miydi Sadri Alışık?

Şakayla karışık sormuyorum bunları...

Kaçımız biliyordu veya doğrusu hiç merak eden olur muydu, Sami Hazinses'in Ermeni olduğunu?

Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, dört yapraklı yonca... İster türbanlı ol, ister çarşaflı, saçlarını örtmedikleri için sevmeyen var mıydı onları?

Ömercik'e kahrolmayan Musevi, Ayşecik'e gözyaşı dökmeyen Rum var mıydı?

Hulusi Kentmen gibi dedesi olmasını kim istemezdi ki... Peki, hiç kimse düşündü mü bugüne kadar, Hulusi Kentmen'in umreye gidip gitmediğini?

Bizans'ı haşat eden Cüneyt Arkın yabancı düşmanı mıydı?

Hem Karaoğlan, hem Tarkan, yani Kartal Tibet neciydi?

Kaptan Ediz Hun, subay İzzet Günay, savcı Fikret Hakan, polis Ekrem Bora, şafak bekçisi pilot Göksel Arsoy, Jön Türklerimiz... Osmanlı aleyhtarı mıydı?

Mirasını komple Mehmetçik Vakfı'na bırakan Zeki Müren, darbeci miydi? Milli duygularımızı doruğa çıkaran efsane film "Bir Millet Uyanıyor"un görüntü yönetmeni Kriton İlyadis, hangi milletin uyanışını anlattı o filmde, Japon milletinin mi?

Emel Sayın'la Tarık Akan'ın şarkılar söyleyerek el ele dolaşmasına sevinmeyen...

Bıraktık mezhebi kökeni filan, Adile Naşit'i Münir Özkul'u sevmeyen insan, insan mıdır?

Siyah beyaz ama rengârenk değil miydik?

Gençler, sorun büyüklerinize...

Şu veya bu ayrımı var mıydı mahallede?

Elbette farklı farklıydık ama hepimiz değil miydik?

Birlikte üzülür birlikte sevinir, birlikte güler birlikte ağlamaz mıydık?

Lefter'e milli takım kaptanlığını mesela, Niko'ya ay yıldızlı formayı Lozan Antlaşması gereğince mi vermiştik?

Var mı o günleri özlemle iç çekerek anmayan?"

Bu yazılanlardan çok etkilenen Bedri Baykam kendi yazısını şöyle bağlıyor:
"Sevgili okurlarım, siz de merak etmediniz mi bu esrarengiz yazarı? Lütfen kendisi kesin şekilde ortaya çıksın, teşekkür edelim, haftaya size buradan kendisini tanıtayım. Hele onca aklımıza sığmayan olayın başımıza dayatıldığı şu son aylarda, şu bayram günlerinde bundan daha iç açıcı, daha gözümüzü yaşartıcı bir metin bulamazsınız!"

Cehaletin bu kadarının Cumhuriyet gazetesinde köşe yazısı olarak karşınıza çıkması sizi de güldürdü değil mi?

Yandaş medyanın bir paçavrasını okuyor olsak "Amaaan salak herif işte.. Ne yazdığını bile bilmeyen böyle cahillere köşe mi yazdırılır?" der geçeriz.

Ama bu sefer olay biraz farklı! Cumhuriyet gazetesinde köşe yazacak kadar birikim sahibi birinin daha fazla merakta kalmasını istemeyiz. Kendisnin merakını hemen giderelim:

O yazıyı Yılmaz Özdil 28 Mart 2017 tarihli SÖZCÜ gazetesindeki köşesinde yayınladı.

Bu da o yazının linki. İnanmazsanız TIK'layın görün!

Bakalım Bedri Baykam sözünü tutacak mı? Bir sonraki yazısında bu "kahraman" yazarı bize tanıtacak mı?

Merakla bekliyoruz!