Karantina günleri hepimiz için ama yalnız ama birileriyle farklı deneyimlere gebe. Öyle ki, belki de bugüne kadar hiç bu denli maruz bırakılmadığımız "kesintisiz bir birlikte yaşama sınavına" tutulmuş gibiyiz.
Korona salgını ile birlikte artık zamanımızın büyük bir kısmında evdeyiz. Özellikle de okuyan ve çalışan kesimin zaman zaman aş erdiği keşke hep evde olsam kafası bile bugünlerde çökmüş durumda. Çünkü her şeyde olduğu gibi bu konuda da evde kalmaya mecbur bırakılmak, dışarda olmayı cazip hale getiriyor. Bir de buna salgının tüm iletişiminin ileri yaş grubu üzerinden yapılması eklenince bu durum, belli bir yaş grubunun altındaki kesim ve sağlık problemi olmayanların lastiklerini gevşetmesine yol açtı. Haliyle de bir hava alacağız canım, e zaten kimseye yaklaşmıyoruz ki destekli soluğu bahçelerde, parklarda sahillerde alan çok dikkatli (!) bir kalabalık yarattı.
Yani bu sefer yüzde elliyi - gerçek manada - evinde zor tutuyoruz! Peki evde olanlar nasıllar?
DIŞARDA BAHAR, İÇERİDE KIŞ
Bugünlere adapte olması en zor kesim okuyan ve çalışanlar. Neden? Çünkü evde kesintisiz bir yaşam sürme pratikleri zayıf. Zaten eve pert geliniyor, uykuya kadar ya son bir kuvvet eşle çocukla ilgileniliyor, ya da stand by konumda televizyon karşısında oturuluyor. Sonrası da zaten uykuya emanet. Yani evle bağımız, bir barınma ihtiyacından çok da ötede değil. Zaten evi başkaları temizliyor, çocuğa başkaları bakıyor, yemeği de başkaları yapıyor.
Oysa şimdi ne oldu?
İş başa düştü. Evde kalmak mecburi olunca hem ev pratiğine hızlı bir adaptasyon gerekti. Hem de her tür ilişki için en zor durumlardan biri olan kesintisiz birliktelik sınavına tabi olduk. Dışarı çıksak hastalık, içerde kalsak depresyon… Öyleyse bir sınav kitapçığını açalım:
1) Kişi yalnızsa kendiyle
2) Değilse başkalarıyla sınanacak.
Anladık ki Korona’dan sonra hiçbir şey aynı olmayacak. Birçok ilişki bu salgından ya bağışıklık kazanarak ya da tamamen yok olarak çıkacak. Zaten Çin’deki karantinadan sonra boşanma davalarında görülen artış da bu tahmini doğruluyor.
KORONA BİR YALNIZLIK SINAVI MI
Mecbur kalınmış yakınlık veya yalnızlık insan için en zorlu deneyimlerden biri dedik. Böyle günler için kenarda köşede birkaç iyi arkadaş, yakın dost, hatta sevgili bulundurmak iyi olurdu diyenler yok değil. Bugün yalnızlık, kelime anlamından bile çok ötede artık. Çünkü hayatta yalnız olmamamıza rağmen, yalnız kalmaya mecbur bırakıldık. Yani bir nevi tecrit duygusu. İtalya’daki çoğu vakada olduğu gibi ölüm döşeğinde sevdikleriyle son teması görüntülü konuşmak olan, bazen o şansı bile olamayanları gördükçe yalnızlığın en sert gerçeği ile sarsıldık. Tam da bu noktada düşünür Oruç Aruoba’nın bir şiirini getiriyor akıllara :
Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin
Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen
Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin
Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen…
SEVMEK BAZEN UZAK DURMAKTIR
İşte dışarda süre gelen bu sert akışa, içimizin yumuşak yanını kaptırmamak için uğraştığımız günlerden geçiyoruz. Haliyle de karantina günleri çoğumuzu bir anlam arayışına soktu. İnternetin, teknolojinin olmadığı günler evde zamanın nasıl geçtiğini hatırlamaya çabalarken, asıl darbe yıllarını bir radyonun başında geçirmişken bugün evde tutmak için takla attığımız nesilden geliyor. Çoğumuzun anneleri, babaları, akrabaları...
Bir de onlara yaşlı demiyor muyuz? Eminim çığrından çıkıyorlardır. Belki de şu açıdan bakmak gerek : Kendini yaşlı görmeyen bir kesim için yaşlı kelimesini kullanmak hedef aldığımız kitleyi sollamaya neden oluyor olmasın? İletişim dilini ileri yaş şeklinde değiştirmek çok mu zor?
Zaten bu kesim, dünyanın son yıllardaki en hassas mevzusuna kendi hayatlarının da en hassas döneminde yakalandılar. Bugün çocukları ebeveynleri oldu. Evde durmak istemeyen anne-babalarına nasihatler savuruyorlar, onlara bir hastalık bulaştırmamak için uzak duruyorlar. Öte yandan da yalnız kalmamak motivasyonuyla çocuk sahibi olanları düşünün. Bugün tam da bu yüzden yalnız kalmak zorundalar. Yani kimin kimden aldığı bir intikam, belli değil! Tüm kurallar yıkılıyor, yerine henüz yenisi geçemiyor. Ama er ya da geç bir düzen inşa olacak.
FİZİKSEL UZAKLIK, DUYGUSAL YAKINLIK
Korona belki de bildiğimiz ezberleri bozmamız adına tüm düzeni kökten değiştirecek bir farkındalık getirecek. Birbirimizden fiziken uzakken tanıdıklarımızla, hatta tanımadıklarımızla bile duygusal yakınlığımızı daha da artıracak bir uç verecek kalbimize. Uzaktan sevebilmeyi öğrenirken yine aynı uzaklık sevgimizin sağlamasına imkan tanıyacak. Yokluğunu ancak yoklukta anlayacağımız şeyleri öğreneceğimiz bir dönem bu.
Eve kapanmanın ise en iyi yanı, hayatın ritmini mevsim normallerine çekebilmek olacak. Çünkü her şeye yetişebilmek için - örneğin işe, eşe, çocuğa, arkadaşa, eğlenceye, trafiğe, teknolojiye – öyle hızlandırdık ki zamanı…
Yüzyıl öncesiyle aynı takvimi kullansak da hayatın hızı, takvimin gösterdiği zamanın üzerine çıktı. Teknoloji gelişti, mesafeler kısaldı. Bugün bir güne sığdırılabilenler, yüzyıl önce kaç gün, ay hatta yıl ediyordu? İşte tam da virüsün en büyük silahı bu. Kısalttığımız mesafeler ve hızlandırdığımız hayat üzerinden bize sıktığı silahın dumanına bir püf diyelim.
Belki de bugün almamız gereken ders, aynı yıllar önce anlatılan o hikayedeki gibi; “Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor.”
Öyleyse, görevlerini yerine getirmediklerinde Tanrılar tarafından ülkeye salgın hastalığın ceza olarak verildiğine inanan ve uzun yıllar veba salgınıyla uğraşan Hititlerin bir duasıyla yazıya son verelim. Gerçi güncel kaynaklarda bu metnin Amerikan düşünür Wilferd Arlan Peterson tarafından yazıldığı öne sürülse de bırakalım yazanı, bize gösterdiğine bakalım. Nasıl olsa üzerine düşünecek artık daha çok zamanımız var…
Tanrım,
Beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir,
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele.
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı,
güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini,
yaşamda hızı artırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi,
yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.