25 Ekim 2018 Perşembe

Nuray Mert yaltaklandığı bir diğer kapıdan da KOVULDU!


"Yetmez ama evet"çi liboş takımın en rezil ve karaktersiz üyelerinden biri olan Nuray Mert'e bir kere daha kapıyı gösterdiler!

Doğan Medya Grubu’nun Demirören’lere devriyle başlayan işten çıkarmalar devam ediyor.

Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin’in görevi bırakmasının ardından, gazetede Nuray Mert’in yazılarına da son verildi.

Odatv’ye konuşan Mert, “Ben hala yazıyor olmama şaşıyordum. Bütün yerlerde yazılarına son verilmiş biriyim. Buna Cumhuriyet de dahil. İktidarın da muhalefetin de hoş bakmadığı bir insanım” dedi.

Hürriyet Daily News’e, Murat Yetkin’le girdiğini belirten Mert, “Murat Yetkin gittikten sonra nasıl edecek diye merak ediyordum. Hiç sansüre uğramadım. İngilizce analizler yazıyordum. En son Cemal Kaşıkçı’yla ilgili biraz kuşkucu bir analiz yazdım. CNN International de dahil medya organlarının bazı şeyleri görmezden geldiğini düşünüyorum. Ancak yazılarıma son verilmesinin nedeni bu mu bilmiyorum” ifadelerini kullandı.

Haber böyle!

Nuray Mert adlı zavallı kişiye kovulmasını nedenini biz söyleyelim: Seni ait olduğun yere gönderdiler, sifonu çektiler. Olay budur.

Bu şerefsiz ve karaktersiz liboşun lanetli adını son duyuşumuz olsun bu haber diyoruz.

Kendisine son sözümüz ise "yıkıl karşımızdan hain pislik" şeklinde olacak...

19 Ekim 2018 Cuma

Uyuşturucu sorunu AKP döneminde katlandı: Peki neden?


Uyuşturucu ile mücadele İçişleri Bakanı Soylu’nun dediği gibi kol bacak kırarak olacak bir iş değil. Bu sorunun temelinde ülkenin ekonomik ve toplumsal koşulları yatıyor. İktidarın bu koşulları değiştirmeye niyeti olmadığı gibi, bu koşulları yaratan ana aktörlerden biri olduğu son 15 yıllık serüvenden görülebilir. Çözümse tam da bu koşulları değiştirmekten geçiyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir" dediğinde Ocak ayıydı. Bu hafta bir açıklama daha yaptı. Uyuşturucu ile ilgili suçlar nedeniyle bu yıl 17 bin 57 kişi tutuklanmıştı. Halen 50 bin "torbacı“ cezaevindeydi. Verdiği rakamlara göre 2013'te 232, 2014'de 497, 2015'te 590, 2016'da 920, 2017'de 941 kişi, bu yılın 7 ayında da 119 kişinin doğrudan uyuşturucu kullanımından hayatını kaybetmişti. Eski geleneksel doğal uyuşturucular azalıyor fakat laboratuvarda üretilen kimyasal uyuşturucular artıyordu. Soylu’nun deyişiyle, “Türkiye uyuşturucu sağanağı altında” bulunuyordu.

10 ay sonra yaptığı açıklama polisiye tedbirlerin pek işe yaramadığının, polise ayak kırdırmakla uyuşturucunun yayılmasının önüne geçilemeyeceğinin kanıtı.

Türkiye’de dinselleşme bu kadar yaygınlaşırken uyuşturucu kullanımı neden artıyor? Neden bir üst sınıf fantezisi iken alt sınıflar arasında da yaygınlaşıyor. Yaygınlaşan yoksulluk, işsizlik, dağılan toplumsal yapı, gelecek kaygısı, umutsuzluk, çöken eğitim sistemi ile uyuşturucu kullanımının artması arasında bağ var mı? Bakan Soylu’nun cevap veremeyeceği pek çok soru var burada.

Eldeki veriler uyuşturucu sorununun AKP döneminde ne kadar büyük bir hızla büyüdüğünü gösteriyor. O verilere göre Türkiye sentetik uyuşturucuyla ölümde Avrupa birincisi. Türkiye AKP iktidarı döneminde ucuz sentetik uyuşturucu pazarı haline dönüştü. Böylece ucuzlayan ama tehlikesi de artan uyuşturucu alt gelir gurubundan insanlara daha kolay ulaşmaya başladı. Uyuşturucu maddelere ulaşmak kolaylaştı, bağımlılık yaşı 10’a düştü.

Devletin resmi rakamlarına göre son 10 yılda uyuşturucu madde bağlantılı suçlardan dolayı ceza infaz kurumlarında bulunanların sayısının yüzde 410, madde bağımlılığından kurtulmak için tedavi merkezlerine ayaktan başvuru yapanların sayısı yüzde 674 oranında arttı. Bunların çoğunluğu sentetik uyuşturucu bonzai bağımlıları.

FUKARA UYUŞTURUCUSU: BONZAİ

Bonzai, uyuşturucu sorununda özel bir başlık olmayı hak ediyor. Sentetik uyuşturucunun en yaygın olarak kullanılan türü. Bunun nedeni, diğerlerinden ucuz olması. Uyuşturucu tacirlerinin sayıca toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan yoksulları hedef seçtiğinin de kanıtı aynı zamanda. Bu maddeye bağımlılık nedeniyle yatarak tedavi gören hastaların maddeyi ilk kullanma yaşı dehşet verici bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Hastaların yüzde 10.9'u, 15 yaşından küçük. Yüzde 39.2'si 15-19 yaş, yüzde 30.1'i 20-24 yaş arası, yüzde 11.6'sı ise 25-29 yaş arasında. Madde bağımlılığı, Türkiye'de genç nüfusu tehdit ediyor.

Bonzai, ilk kullanımda öldürebiliyor. İçine fare zehrinden, naftaline, saman parçalarından çiçek tozlarına kadar pek çok madde karıştırılıyor. Son yıllarda ilk kullanımda ölenlerin sayısında bir gerileme var. Uzmanlara göre bu gerileme, kullanımın azaldığı anlamına gelmiyor. İnsanlar, hangi dozun öldürücü olduğunu öğrendi.

Ama öldürmese de bağımlılık yapma oranı çok yüksek. Uzmanlara göre bazı türlerinde uyuşturucu maddeyi bir kez kullanan kişinin bağımlı olma olasılığı yüzde 50. Ucuz ve kolay ulaşılabilir olması hayatıyla yazı tura atanların sayısını hızla arttırıyor. Tedavi olmak için hastaneye başvuranlarda özellikle genç yaşlardakilerin yüzde 90'ının işsiz, yüzde 80'i ilkokul terk veya ilkokul mezunu. İşsizlik uyuşturucuya yönelmede önemli bir etken. Bunun tersi de geçerli eğitim oranı arttıkça bağımlılık oranı düşüyor. En azından kaydı tutulabilen, ölümcül sonuçları olabilen uyuşturucular için bu böyle. Yani AKP dönemindeki ekonomik koşullar ve eğitim sistemine dönük sistematik saldırı sorunun büyümesinde temel belirleyenler.

DEPRESİF ÜLKE

Sadece yoksulluk yaygınlaşmıyor, son 15-20 yıllık süreçte ülkenin sosyal dokusunda da ciddi tahribat oluştu. Uzmanlar bunun bireylere yansımasının kaçınılmaz olduğunun altını çiziyor. Uyuşturucunun yanında antideprasan kullanımının artması da işte bu gelişmenin bir sonucu. Verilere göre Türkiye'de 2011-2016 arasında antidepresan kullanımındaki artış yüzde 25,6.

2003 yılında 14 milyon 238 bin kutu antidepresan satılırken, 2012 yılında 37 milyon 351 bin kutu, 2016 yılının ilk 9 ayında ise 33 milyon 638 bin kutu antidepresan tüketilmiş.

Türkiye'de madde bağımlılığı bu yıllar arasında 17 kat arttı. Buna eşlik eden rakamlar da ilginç. 2002-2016 yılları arasında fuhuş yüzde 790, cinayet yüzde 261, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678, cinsel taciz yüzde 449, kadına şiddet yüzde 1400 arttı.

Uzmanlara göre düşük eğitim seviyesi, işsizlik, borçlanma, göç, fuhuş ve şiddet uyuşturucu madde kullanımını tetikleyen faktörler arasında. Tedavi gören hastaların yüzde 60’ını aşan kısmını işsiz veya düzenli bir işi olmayanlar oluşturuyor. Yüzde 70’inden fazlası ise ilk ve ortaöğretim mezunu.

Nüfus artışı ve göç de sorunu besleyen faktörler. Yatarak tedavi gören hastaların ikamet ettikleri iller incelendiğinde en yüksek vaka sayısının sürekli göç alan ve nüfus yoğunluğunun olduğu iller. (İstanbul, Adana, Mersin, Antalya, Konya, Ankara, Gaziantep, Şanlıurfa, İzmir, Bursa, Hatay.)

MUHAFAZAKÂR BÖLGELER BAĞIŞIK DEĞİL

Türkiye uyuşturucu üretim ve tüketim bölgeleri arasında bir köprü. Dolayısıyla pazardaki payı daha çok “ticaret” üzerindendi. Fakat son 15 yılda köprüde konaklama süresinin uzadığı, Türkiye’nin de ciddi bir Pazar haline geldiği görülüyor. Bu hem Afganistan kaynaklı afyon ve türevleri, hem de Avrupa kaynaklı psikotrop maddeler ve bunların üretiminde kullanılan kimyasal maddeleri için geçerli.

Pazar genişledikçe çeşitlilik de artıyor. Bonzai tüketimi azaldığı bölgelerde metamfetamin tüketimi artıyor. Hint kenevirinin laboratuvar ortamında başka uyuşturucularla hibritlenmesi sonucu geliştirilen “Skunk” bunlardan biri. Esrardan 20 kat daha tehlikeli. En yaygın olduğu illerden biri Trabzon. Eroin, Küçükçekmece, Sefaköy, Yenibosna, Pendik ve Tuzla’da yaygın. Metamfetamin ve esrar her ilçeye girmiş durumda. Kokain genellikle daha yüksek gelirli bağımlıların tercihi. Bu açıdan İstanbul’da en sorunlu yerleşim bölgesinin Esenyurt olduğu belirtiliyor.

Bonzainin yerini alan metamfetaminin İran sınırından ülkeye girdiği söyleniyor. İstanbul, Bursa ve Kars hedef pazarı.

Uyuşturucu ile mücadele Soylu’nun dediği gibi kol bacak kırarak olacak bir iş değil. Bu sorunun temelinde ülkenin ekonomik ve toplumsal koşulları yatıyor. İktidarın bu koşulları değiştirmeye niyeti olmadığı gibi, bu koşulları yaratan ana aktörlerden biri olduğu son 15 yıllık serüvenden görülebilir.

ÇÖZÜM NEREDE?

Aslında uyuşturucuyla gerçekten mücadele etmek isteyenlerin Rehalife Bağımlılık Rehabilitasyon Merkezi'nden psikiyatri uzmanı Dr. Cem Taylan Erden’in sözlerine kulak vermesinde yarar var. Erden uyuşturucu ve kapitalizm ilişkisinin altını “Endüstrileşme ve vahşi kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir işçi sınıfı ve işsizler ordusu yaratmanın en ekonomik yollarından biri uyuşturucu maddeleri yaygınlaştırmaktır” sözleriyle çiziyor.

"Modern hayata çarpık biçimde göç ettirilen insanoğlunun çarpık biçimde yeniden kurduğu toplumsal ilişkilerin yetersizliğinin ve insanoğlunun bu durum karşısındaki donanımsızlığının acısına ilacı olarak sunulan bir seçenektir" diyor Erden uyuşturucu maddeler için. Çünkü mevcut koşullar insanı bağımlılıktan koruyan değil, bağımlılığa zemin hazırlayan durumda. Erden kapitalizmin insanı bu durumda yaşamak durumda bıraktığını belirtiyor ve onu sağlıklı bir yaşam güvencesinden, açlıktan, işsizlikten, eğitimsizlikten koruyacak adımları atmak yerine bu bataklık içerisinde isyan etmeden yaşamasını sağlayacak bir çözüm sunduğunu belirtiyor. Uyuşturucular...

Erden’e göre insanlar modern hayatın eziciliği altında yalnızlaştıkça, paylaşımları azaldıkça, güven duygularını yitirdikçe, birbirleriyle ve toplumla sağlıklı bağlar kuramayıp örgütsüzleştikçe bu gibi maddelere sığınır hale geliyorlar. Yatkınlığı olan kişilerde bu sığınma halinin kalıcılaşacağını ifade eden Erden çözüm için de bu yalnızlık halinden kurtulmak için örgütlülüğü işaret ediyor: Bağımlılığın ilacı bağlılıktır, yani örgütlülük. Aile, sendika, dernek, parti bir örgüttür. Bu sorunu aşmak için daha fazla örgütlülüğe ihtiyacımız var.

16 Ekim 2018 Salı

Rahip Brunson'un Öyküsü GECEYARISI EKSPRESİ 2 Yolda!


"1970'li yılların başında ABD'nin en ciddi sorunu, uyuşturucuydu.. Amerikan gençliğinde salgın gibi yayılmıştı, mücadele edilemez hale gelmişti.. Uyuşturucuyu kaynağında kurutmak için, haşhaş üreten ülkelere baskı yapmaya başladılar.. Hedefte Türkiye vardı.. Çünkü o dönemin en büyük haşhaş üreticilerinden biri Türkiye'ydi..

* * *

Demirel'e “haşhaş ekimini derhal durdur” dediler.. Demirel kabul etmedi. “Adını afyon'dan alan şehrimiz bile var, çiftçimizin çok önemli gelir kaynağı haşhaş, durduramam” dedi..

* * *

Ambargoyla tehdit ettiler.. Demirel havayı biraz olsun yumuşatabilmek için sınırlama getirdi, “haşhaş ekimi sadece yedi şehirde yapılacak” denildi..

* * *

ABD tatmin olmadı.. “İlla yasakla” diye yükleniyordu..

* * *

Tam o sırada… Amerikalı bir üniversite öğrencisi Atatürk Havalimanı'nda vücuduna sarılmış halde iki kilo esrarla yakalandı..

* * *

Tıpkı Amerikalı rahip Brunson meselesinde olduğu gibi “hukuk” ve “diplomasi” üzerinden çok vahim taktik hata yapıldı.. ABD'ye misilleme olarak kullanılmaya kalkışıldı..

* * *

Şuursuz medyamız devreye sokuldu.. “Görüyorsunuz işte, bizim uyuşturucuyla alakamız yok, ABD'ye giden uyuşturucuyu bizzat Amerikalılar taşıyor” manşetleri atıldı..

* * *

Normalde en fazla dört yıl hapis verilmesi gerekirken, 30 yıl yapıştırıldı.. Aklımız sıra ABD'ye dersini vermiştik yani..

* * *

ABD burnundan soluyordu.. Şak…. 12 Mart Muhtırası verildi.. Amerikancı generallerimizin güdümünde ara rejim hükümetleri kuruldu.. Bu hükümetlerin ilk icraatı, elbette haşhaş ekimini yasaklamaktı.. ABD muradına ermişti!.

* * *

1974…. Ecevit iktidara geldi.. İlk icraatı haşhaş ekimini serbest bırakmak oldu.. ABD öfkeden deliye döndü.. Üstüne, Kıbrıs'a çıktık.. Haşhaş için hazırladıkları ambargoyu, Kıbrıs vesilesiyle uyguladılar..

* * *

Ecevit düşürüldü.. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu.. Şak…. Amerikalı üniversite öğrencisi hapis yattığı İmralı adası'ndan kaçtı!.

* * *

Güya İmralı'ya kum taşıyan bir balıkçı motoru gelmişti. Arkasında sandal bağlıydı. Amerikalı gece karanlığından faydalanarak bu sandala saklanmıştı. Motor denize açılınca sandalın ipini keserek, kürek çeke çeke Bandırma'da karaya çıkmış, otobüsle Bursa'ya, oradan İstanbul'a, oradan Edirne'ye gelmiş, Meriç nehrini yüze yüze Yunanistan'a geçmişti!.

* * *

Buna inanmak için gerizekalı olmak gerekiyordu..

* * *

Peki neydi?.

* * *

ABD'de üniversite öğrencisinin serbest bırakılması için geniş çaplı kampanyalar başlatılmıştı. ABD Kongresi başta olmak üzere, Türkiye'ye büyük baskı uygulanıyordu.. Bu baskılar neticesinde, 30 yıl hapis cezasına çarptırılan Amerikalı üniversite öğrencisi, kapalı cezaevinden alınmış, İmralı'daki yarı açık cezaevine nakledilmişti.. Sonra da, MİT-CIA işbirliğiyle kaçırılmıştı.. Selanik'teki Amerikan konsolosluğuna götürülmüş, Almanya üzerinden uçakla New York'a götürülmüş, medya ordusuyla karşılanmıştı..

* * *

Tıpkı Amerikalı rahip Brunson meselesinde olduğu gibi, “hukuk” ve “diplomasi” üzerinden yapılan bir başka vahim hataydı..

* * *

Sayın devletimiz pazarlık etmişti.. Bu pazarlık çerçevesinde, Amerikalı üniversite öğrencisi cezaevinden firar etmiş gibi bırakılacak, ülkesine gidince basına konuşmayacak, susacak, hadise kapatılacaktı..

* * *

Sayın şuursuz medyamız, bu vahim pazarlığı afişe etmek yerine, yalanlara çanak tuttu. “İmralı'dan müthiş firar” manşetleri atarak, sayın ahalimizi organize yalana inandırdı..

* * *

Sonra?.

* * *

Amerikalı üniversite öğrencisi kitap yazdı.. Hollywood zaten aportta bekliyordu.. “Geceyarısı Ekspresi” adıyla filme çekildi..

* * *

Biz Türkleri komple ırkçı, işkenceci, tecavüzcü, iğrenç insanlar olarak gösterdi, Türkiye'yi asla adım bile atılmaması gereken, hukukla alakası olmayan, hırıstiyan düşmanı, ilkel, vahşi, korku imparatorluğu gibi gösterdi.. Tecavüz edilirken fonda ezan okunuyordu.. İşkence yapılırken Türk Bayrağı gösteriliyordu.. Dünyaya Türkiye'yi böyle tanıttı.. Dünyada yankı uyandırdı.. Türkiye'nin imajı tarihte görülmemiş şekilde karalandı.. Kalıcı tahribat yarattı.. Karşılığında iki Oscar aldı!.

* * *

Misilleme yapalım derken, misillemenin feriştahını görmüştük.. Haşhaş direnişimiz, hukuku eğip bükelim derken, faciayla sonuçlanmıştı..

* * *

(Şimdi bu okuduklarımıza kısa bir ara verelim, parantez açalım.).

* * *

(1 Mart 2003 tezkeresinin Tbmm'de reddedilmesinden hemen sonra Amerikan dizilerinde ve Hollywood filmlerinde aniden “köktendinci Türk teröristler” peydah oldu.. ABD'nin en çok izlenen istihbarat dizisi 24'e Thomas Sherek adıyla Türk terörist monte ettiler, Türk vatandaşıydı, İzmir doğumluydu, Türkçe bilmiyordu, anadili Arapça'ydı, nükleer santralı havaya uçurdu, ABD savunma bakanını kaçırdı, ABD başkanının uçağını bile düşürdü!. Bu diziye göre, Los Angeles'ta oturan, normal bir aile gibi yaşayan uyuyan hücre vardı, onlar da Türk'tü, elebaşları Habip diye biriydi, Türk'tü, Ankara'dan İstanbul'dan talimat alıyorlardı.. Bu dizi beş dalda Emmy ödülü kazandı!. Bitmedi…. Libya'da ABD büyükelçisinin öldürülmesiyle alakalı film çektiler. “Bingazi'nin Gizli Askerleri” adıyla vizyona giren filmde elçilik binasını yakan terörist, Türk bayraklı tişört giyiyordu.. “NCIS Los Angeles” dizisinde, beyaz takkeli kalaşnikoflu teröristleri taşıyan gemi, Türk gemisiydi, Türk bayraklıydı, adı Hamidiye'ydi.. “Out of Reach” filminde, Polonya'daki Türk konsolosluğu terör yuvasıydı, üstüne, çocuk ticareti yapılıyordu.. “War Dogs” filminde silah ticareti filan anlatılıyordu, Türk tankları ve bizzat Tayyip Erdoğan gösteriliyordu.. En son… ABD eski başkanı Bill Clinton roman yazdı, bir milyondan fazla satan bu romanda Cihadın Oğulları adıyla çok tehlikeli bir terörist örgüt var, ABD'ye savaş açan bu terör örgütünün elebaşı Türkiye doğumlu, adı da Süleyman Cindoruk!).

* * *

Vaziyet bu haldeyken…. Türkiye köktendinci terörizmin merkezi olarak sunulurken…. Amerikan düşmanı, hıristiyan düşmanı olarak gösterilirken….

* * *

Güya misilleme yaptık, “ver papazı al papazı” diyerek Amerikalı papazı “casus” suçlamasıyla içeri attık, eyy Amerika dedik, bu teröristi asla alamazsınız dedik, bizim Allahımız var filan dedik.. Bilahare, tıpkı esrarkeş Amerikalı öğrenci meselesinde olduğu gibi, yüzümüze gözümüze bulaştırdık, tükürdüğümüzü yaladık.. Yalancı gizli tanıklarla hapse tıktığımız papazı, ABD başkanı devlet töreniyle ağırladı, tüm dünyada birinci haber oldu..

* * *

Analiz yeteneği sıfır olan… Algı operasyonu yürüteyim derken, senaryosu çoktan yazılmış algı operasyonuna figüran olan sayın yöneticilerimizi tebrik ederim..

* * *

Başrolünde papaz bulunan “Geceyarısı Ekspresi”ne herkes hazır olsun.. "