15 Aralık 2017 Cuma

Kültür dünyasından bir cehalet geçidi ya da köpeksiz köyde değneksiz gezenler: İlber Ortaylı, Celal Şengör ve diğerleri


Şu anda Türkiye’deki kültür-sanat-edebiyat dünyasında hâkim olan iklimi bir cümlede özetleyecek  olsaydım şu deyimi kullanırdım: Köpeksiz köyde değneksiz gezmek…

***
Ülkemizde kültür-sanat-edebiyat dünyasına hâkim olanların en önemli özellikleri sınırsız özgüvenleridir. Söyledikleri ve yazdıkları her şey yanlış olsa dahi hiçbir itirazla karşılaşmayacaklarından emindirler.  Bu insanlar, ilgili konuda en temel bilgileri bile araştırma gereği duymadan kitaplar yazmakta, televizyon programları yapmakta, fikir beyan etmekte hiçbir sakınca görmezler. Apaçık yanlışları ortaya çıktığında ise hemen hemen hiçbir zaman bir düzeltme ya da açıklama yapmazlar. Bu kibir, toplumun belleksizliğine güvenir. Bu yazıda, cüretin cehaletinden, cehaletin cüretinden çeşitli örnekler göreceğiz.
***
Âşık Veysel’in diye yazılan çiklet “şiir”i
“Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında
‘Çay var içersen / Ben varım seversen / Yol var gidersen”
Âşık Veysel (1)
Şiir olduğu iddia edilen bu “şey” sakızdan çıkmış olsaydı gülünüp geçilirdi. Ancak bu “şey”, edebiyat dergisi olarak tanımlanan bir dergide “Âşık Veysel’in bir şiiri” diye basılmıştır (2).  Burası Türkiye’dir. Ne yazsalar olmaktadır.
*
Ali Lidar: Uydur uydur ipe diz!
Bir paragraf içine ne kadar çok yanlış bilgi ya da dedikodu sığabilir? Bunu merak ediyorsanız Ali Lidar adlı oldukça popüler bir yazarın kitabına, sosyal medyada binlerce kez paylaşılan şu bölüme bakabilirsiniz (3):
“Oğuz Atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için… Yusuf Atılgan Türk Edebiyatının kilometre taşları sayılabilecek iki büyük eseri yazdıktan sonra (Anayurt Oteli ve Aylak Adam) insanlara küstü, bir köşeye yerleşip otuz yıla yakın neredeyse tek bir satır bile yazmadan çiftçilik yaptı. Althusser elli yıldır birlikte olduğu ve taparcasına sevdiği karısı Helen’i bir sabah yanıbaşında uyurken elleriyle boğdu, bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için. Stephan Zweig de tıpkı Althusser gibi yaptı, tek farkla, o tabanca kullandı karısı ve kendisi için. İnsan ırkına duyduğu güvensizlik Walter Benjamin’i Fransa sınırında kendi kafasına sıkmaya zorladı. “
*
Bu gerçekten büyük bir maharettir. Yanlışların sadece “kör kör parmağım gözüne” olanları ele alsak bile upuzun bir liste yapmak gerekiyor.
1.Oğuz Atay ile ilgili palavranın aslı Selçuk Orhan tarafından yazılmıştır (4).
2.Yusuf Atılgan 1946’da hapisten çıktıktan sonra Manisa’da bir köye yerleşerek çiftçilik yapmıştır (5). Aylak Adam 1959’da, Anayurt Oteli ise 1973’te yazılmıştır. Yani Y. Atılgan, bu romanlar yazıldıktan sonra “köşeye çekilmiş” falan değildir. 1976’da tekrar İstanbul’a dönen Y. Atılgan, Canistan adlı romanını bitiremeden 1989’da ölmüştür. Yani “30 yıl tek bir satır bile yazmamış” da değildir.
3.Stefan Zweig, “karısı ve kendisi için” tabanca kullanmamıştır, ikisi de ilaç içerek intihar etmiştir (6).
Bu “yapayanlış” bilgileri yazmadan önce 10 saniye google’a baksaydı S. Zweig ve eşinin cesetlerinin “kafalarına sıkılmamış” fotoğrafını bile görebilirdi (7).
4. Walter Benjamin de yukarıdaki “cehalet geçidi” paragrafta yazıldığı gibi “kafasına sıkmamış”tır; ölüm nedeni “aşırı doz morfin”dir (8).
Böylesi koca koca yanlışlar varken görece küçük yanlışları, yazım hatalarını, saçma yorumları bir kenara koyalım. Yukarıda yazılan bilgilere, internet bağlantısı olan herkes iki dakika içinde ulaşabilir. Akla ister istemez şu sorular geliyor:
İnsan böyle bir yazı yazarken hiç mi merak etmez, hiç mi kontrol etmez? Bu nasıl bir özgüvendir?
***
Hadi bu cehalete “popüler kültür” deyip geçelim.
Ya “entelektüel” olanlar? Topluma, “düşünce insanı”, “fikir üreticisi”, “köşe yazarı” diye sunulan kişiler çok mu farklıdır?
*
Cehaletin 50 tonu
Gündüz Vassaf, 2001 yılında Radikal Gazetesi’nde şöyle yazmıştır:
“Hatta, Marx’ın “Emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır” sözlerine kulak verecek olursak yeryüzünde henüz emperyalizm olmadı bile. (9)"
G. Vassaf, bu cümleyi Marx’ın nerede, hangi kitabında yazdığını söyleme gereği duymaz. Gerek duymuş olsaydı da zaten bu olanaklı değildir. Çünkü böyle bir cümle Marx’ın ağzından ya da kaleminden HİÇBİR ZAMAN çıkmamıştır!
Lenin’in belki de en çok bilinen bu cümlesini Marx’a mal etmekte herhangi bir sakınca görmez; ha Lenin ha Marx, ne fark eder!
Bu yanlışı sonradan düzeltme ihtiyacı da duymaz (10). Bunu ona hiç kimsenin sormayacağını bilecek kadar özgüvenlidir.
*
Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman 2004’te Radikal Gazetesi’nde Aldous Huxley’nin meşhur “Algı Kapıları” adlı kitabından “George Orwell’ın kitabı” diye bahsetmiştir (11).
*
Prof. Dr. Fuat Keyman 2010’da gazetesindeki köşesinde şu cümleyi yazmıştır:
“Ünlü iktisatçı Milton Keynes, bugün de paradigma niteliğinde geçerliliğini koruyan çalışmalarında, sürekli olarak 'belirsizlik' kavramının altını çizer. (12)"
“Milton Keynes” diye bir iktisatçı hiç yaşamamıştır. Ama Milton Friedman ya da Maynard Keynes adlı ekonomistler vardır. F. Keyman, bu iki ismi birleştirerek bize bir “iktisat kokteyli” yapmış, daha önce bilinmeyen bir iktisatçı yaratmıştır!
*
Etyen Mahçupyan, köşesinde şunları yazmıştır:
“Kanserin nedeni tüm canlılarda var olan pleomorfik bir bakteridir… Kanser, yiyecek ve kan yoluyla bir canlıdan diğerine geçebilen bulaşıcı bir hastalıktır… Kanser başladıktan sonra bakteri kanserli hücreyle birlikte davranır ve onu koruyup büyüten bir hormon üretir. (13-15)"
Bütün bunlar deli saçmasıdır. Tıbbın “t”sinden anlayanlar için bu yazılanlar “yanlış bile değil”dir (16).
*
“Yüz yıldır” bütün yazdıkları televizyonlardan, gazete köşelerinden, internet sitelerinden topluma pompalanan Prof. Dr. Nuray Mert gazetedeki köşesinde şöyle yazmıştır:
“Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır. (17)"     
Karşımızda, teori ile varsayım arasındaki farkı bilmeyen bir profesör vardır! N. Mert’in evrim teorisi konusundaki derin cehaletine ise hiç girmeyelim, dileyen bu konuyla ilgili yazıları okuyabilir (18,19).
*
İlber Ortaylı ve Celal Şengör cehaleti
Tarih profesörü Prof. Dr. İlber Ortaylı bir televizyon programında Hegel’in felsefesini tanımlarken “tez, antitez, sentez” diye sayar (20).
Oysa Hegel’in hiçbir kitabında “tez, antitez, sentez” diye bir şey geçmez. Dr. Güçlü Ateşoğlu’na göre bu iddia Hegel’in biyografisini yazan bir yazar tarafından uydurulmuştur. Hegel’in felsefesinde böyle bir şey yoktur (21).
İ. Ortaylı, kulaktan dolma böyle bir dedikoduyu, milyonların önünde rahat rahat tekrarlamaktadır. Normal şartlarda bu bir ayrıntıdır. Ancak bir an için düşünün: Bu yanlış bilgiyi İ. Ortaylı’nın karşısında siz söyleseydiniz ve İ. Ortaylı doğrusunu bilseydi, nasıl davranırdı?
Defalarca yaptığını yapar ve sizin ne kadar cahil, ne kadar geri zekâlı, ne kadar ahmak olduğunuzu uzun uzun, kafanıza vura vura anlatırdı. Çok daha basit hatalarda bile muhatabını acımasızca cehaletle suçlayan İ. Ortaylı, böyle bir konuda cehalet gösterirken çok rahattır. Çünkü kimsenin karşısına geçip buna itiraz etmeyeceğinden adı gibi emindir.
“Hegel salaktır, şarlatandır. (20)“
Prof. Dr. İlber Ortaylı ile Prof. Dr. Celal Şengör’ün bir televizyonda canlı yayında söylediği budur.
Yakın zamanda yitirdiğimiz Prof. Dr. Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi kitabında “salak ve şarlatan” Hegel için şöyle yazmıştı (22):
“G.W.F. Hegel, Alman idealizminin kesinlikle doruk noktasını oluşturur. Aslında onun felsefesinin, sadece Alman idealizminin değil bütün bir felsefe tarihinin birkaç önemli dönem noktasından biri olduğu söylenebilir… Hegel olmadığında, çağımızın büyük ideolojik çatışmalarını da anlayamayız. Onun sadece felsefe alanında değil fakat sosyal teori, tarih ve hukuk alanları başta olmak üzere, modern düşüncenin daha pek çok alanında yoğun bir etkisi olmuştur.
Başka her şey bir yana, tarihsel düşünmenin onunla başladığı söylenebilir. Gerçekten de aklın kendisi de dâhil olmak üzere, bütün felsefi problemleri ve kavramları tarihsel terimlerle anlama yönünde bir çabayla ilk kez Hegel felsefesinde karşılaşırız.”
*
2017 yılında Hegel gibi bir düşünürün “şarlatan ya da salak olmadığını” kanıtlamaya çalışmak, benim için kişisel bir trajedidir ancak trajedinin esas sahibi bu toplumdur.
Bu toplumda, milyonlarca insanın izlediği bir programda, canlı yayında, her yerinden cehalet damlayan böylesi sözler söylemek bir cürettir.
*
Yukarıdaki örnekler rastgele alınmış sıradan örneklerdir, bu örneklerden onlarcasına her gün rastlayabilirsiniz.
Bugün için Türk kültür–sanat-edebiyat dünyasının ortalaması budur.
Ülkemizin kültür-sanat-edebiyat dünyası bir cehalet geçididir.
Verilen örnekler, “köpeksiz köyde değneksiz gezme hali”dir.
Bu koyu cehaleti ve cehaletin bu cüretini her fırsatta teşhir etmek gerekir.
Bu karanlıktan çıkmak için bu duruma artık bir son vermenin zamanı çoktan gelmiştir.
Taylan Kara
Kaynaklar
1. Kafka Okur Dergisi, Mayıs-Haziran 2015.
11. Hasan Bülent Kahraman, Radikal gazetesi, 10 Haziran 2004.
12. http://www.timeturk.com/tr/makale/fuat-keyman/sol-nerede-oldu.html SolNerede öldü, Radikal, 27.02.2010 (Bu yanlış, Radikal Gazetesinin internet erişiminde düzeltilmiştir.)
13. Etyen Mahçupyan, Yeni Binyıl Gazetesi, 9 Ekim 2000.  
17. Nuray Mert, Radikal Gazetesi, 9 Ekim 2007.          
22. Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınevi, İstanbul, 2009.