18 Şubat 2018 Pazar

Hadi ikile Murat Belge!


Suratından ölçüsüz bir nefret, bitimsiz bir sevimsizlik akan bu şahsı "yetmez ama evet"çi bir liboş olarak hatırlıyoruz. AMA YETMEZ!

Bütün kibri ve sevimsizliğiyle, Türkiye'nin aydınlık değerlerine ve vicdan sahibi insanlarına İHANET ETMİŞ.. Buna rağmen her zaman o iğrenç kibriyle "Ben haklıyım.. Ben haklıyım" diye gerine gerine ortalıkta dolanmayı marifet sayan bir yaratıktan söz ediyoruz.


İşte daha geçen gün ortaya çıktı: Bu şahsın babası Burhan Belge zamanında çıkıp "Ben bir fikir orospusuyum" demiş. Bizzat babası "orospu" olduğunu iddia ederek bu Murat Belge denen şahsın "ne" çocuğu olduğunu belirtmiş.

Bkz. https://odatv.com/ben-bir-fikir-orospusuyum-17021819.html

Biz o konuda da haklı çıktık ama mesele bu değil.


Bütün öngörüleri yanlış çıkmış ve "utanma" nedir bilmeyen bu şahıs en nihayetinde kuyruğu kıstırıp İngiltere'ye kaçmaya heveslenince bu iğrenç suratı tekrar medyada görür olduk. Oysa çoktan çöpe atılmıştı. Bu suratı görünce midesi bulanan pek çok insan var, ve herhalde Murat Belge (bütün utanmazlığı ve aymazlığına rağmen) bunu inkar edecek değildir!

Şimdi t24.com.tr adlı "yetmez ama evet"çi liboşların "fikir beyan ettiği" saçma-sapan internet sitesindeki bir takım gafiller "ama murat belge'yi eleştireceğinize.. yok efendim.. bidi bidi.." diyerek iyice pisliğin dibine batıyorlar.

Ne yapalım şimdi? Hiç eleştirmemeli miyiz? Eleştirdiğimizde hep “linççi” olarak mı yaftalanmalıyız? Hep susalım, hep ölçülü bir kibarlıkla yüzümüze yerleştirdiğimiz tebessümle gelene ağam, gidene paşam kıvamında baş mı sallayalım? “Laikçi teyzeler”e duydukları nefessiz öfkeyi mi kussunlar üzerimize her vakit? Hep onlar gibi mi düşünmek gerek? Hep tepemizde sopa mı sallamalılar? Sonsuz kibirleriyle hep mağduru oynamayı becerip dursunlar mı? Neyi, kimi nasıl eleştireceğimize ayar verip sonra özgürlüklerden mi bahsetsinler?

Nasıl mağdur olarak sahip çıkılır Murat Belge’ye? Mağdur mudur? Mağdur ve madun kimdir sahi? Bu acıların çocuğu hallerini her devir oynamayı nasıl başarıyorlar? Eleştirenlere, linççiler diye nasıl efelenip, afralanıp tafralanıyorlar. Hakikaten anlamam pek güç. Belki tane tane anlatırlarsa, kimbilir…

Orhan Pamuk’u sarıp sarmalamaları gibi, ufacık bir eleştiride “kaba softalar” deyip deyip baltayı hep kendilerine yontmaları gibi. Elitistlikle suçlayıp suçlayıp baronları oynamaları gibi. Mahallenin oyun bozan, hırçın, şımarık ve kötücül çocukları gibi. Murat Belge’den çok, Murat Belge savunucularından söz ediyorum. Bunca ayan beyan ortada bir vakıa’yı nasıl da saptırmayı başarmalarından ve eleştiriye yasak bölge ilan etmelerinden bahsediyorum. Hakikaten bu gayretkeşlik karşısında afallıyor, sarsılıyor, şaşırıyor ama çokça tiksiniyorum.

Bu lobi ne lobisi hakikaten?

Murat Belge pek çok aydın tiplerinden biridir nihayetinde. Pek de müstesna olmadığını bilmekle birlikte, bunca eleştiriyi ama size göre “linç” saldırılarını göze alıp İngiltere’deki “Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi”ne başvurmuş olması aklıma türlü evhamlar getiriyor. Misal, eyleminin sonuçlarını hesap edemeyecek denli gerçeklikten kopmuş, bir büyük sanrı silsilesi içinde olması bir ihtimal. Durumu pek vahim haliyle. İki: Tüm etik değerlerden soyunmuş, bir büyük kötücüllük girdabına kapılarak “askerleri”nin kendisine kalkan olacağından emin, muzaffer bir komutan edasıyla “perde” demekte. “Kıskananlar çatlasın” ya da “Benden sonrası kaos” replikleri eşliğinde de olabilir bu oyun elbette.

“Büyük Değersizleştirme” akımının öncülerinden birisi olarak herkese bir tekme savuruyor farkında mısınız? Ama hâlâ alkışlamakta, cansiperane müdavimi olmakta beis görülmüyor. “Murat Belge ile uğraşacağınıza….” deyip eleştiri özgürlüğüm, söz söyleme hakkım ağzıma tıkılmaya çalışılıyor. Bi rahat bırakın daa.

Muzaffer Şerif Başoğlu’nun ABD’ye gitmek zorunda kalmasına benzetenler var, inanması güç ama… 1942’de “Yurt ve Dünya” dergisinde Muzaffer Şerif Başoğlu’nun Behice Boran, Niyazi-Mediha Berkes, Pertev Naili Boratav, Adnan-Nazife Cemgil’le birlikte çıkarttıkları dergi hani… Ne diyeyim, bilmiyorlar ama söylüyorlar. Ahkâm kesip kesip ayar veriyorlar. Şaka olmalı.

Yazmak istiyorum tekrardan. Britanya merkezli Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi’ne baş-vu-ru-yor. Belge, Oxford’a gidişi için konseyin mali fonundan ve prosedür desteğinden de faydalanmak is-ti-yor.

Başka? Başkası var.

Belge pek popüler bugünlerde elbet. Bir de “Şairaneden Şiirsele” adlı Modern Türk şiiri üzerine kaleme aldığı kitabını çıkardı. Kitap üzerine eleştiriler yenilecek yutulacak cinsten değil. Değersizleştirme hastalığı bünyeyi sarmış demek ki. Dedim ya, benden sonrası tufan hastalığı bu, eline çakmağı almış kendimden önce hepinizi yakarım ulan, narası. Başka tür bir çürüme. Başka bir tür umutsuzluk. Başka tür bir sevgisizlik…

Pek güzel bir yazıya rastladım. 1989 yılında kaleme alınmış. Bugün yazılmış gibi pırıl pırıl. Gelenek derginin 19. sayısında. Şöyle deniyor yazının bir yerinde.

“Yine bir söyleşide Belge kendisini “sosyalist Ahmet Mithat” olarak nitelendiriyor. Yerinde bir benzetme olduğunu kabul etmek gerekli. Belge, her şeyle ilgilenen, dolayısıyla hiçbir şeyle layığınca ilgilenmeyen; her şeye eş düzeyde bir sorumluluk duygusuyla yaklaşan, öncelik saptamasını bilmeyen, sonuçta hiçbir sorumluluk duyamayan; her şey hakkında yazan ama hiçbir konuda kalıcı bir değerlendirme yapmayan bir tipoloji çiziyor. İddiasızlık ve sorumsuzluk.” *

Devam edelim. Reşat Nuri’ye söyletelim.

“Bu memlekette münevver zümre iki kısım. Biri geçmişin üstüne oturmuş, onu ezip çiğnemiş ve geleceği bir pula satmış, köksüz türediler. Bir kısmı da sizin gibi prensip ve hulus sahipleri. Şuna esef ederim ki birinciler memleketin kaderine sizden daha hâkim. Ve zaman geçmekle bu yollarını şaşırmış zümreler, artacak eksilmeyecek, belki her devirde bir başka kaftana bürünerek meydanı tutacaklar. Bunlar sahneye, kendi yetiştirmelerini bırakıp çekilirken, emin ol ki değişen, yalnız şekil ve taalluk eden kısımlar olacaktır. Mayalar ise daima müşterek.”


* Murat Belge, Entelektüel Rantiyelik http://www.gelenek.org/murat-belge-entellektuel-rantiyelik

** Reşat Nuri Güntekin, Gökyüzü, 1991, İnkilap Kitabevi, s. 146