26 Eylül 2017 Salı

ahsen tv şebeği deşifre oldu: O Bir Provaktör Maymun

3. Sınıf oyuncu... Tişörtü bile aynı... Beyaz TV'deki rolü provokatörlük

Cumhuriyet davasında içine çelik yelek giyip provokasyon yapmak isteyen Gökçek ailesinin televizyonu Beyaz TV'de muhabirlik yapmaya başlayan şarlatanın cast ajansında oyunculuk için iş aradığı ortaya çıktı.
 
Ahsen TV muhabiri olarak kendini tanıtan ve geçtiğimiz gün Cumhuriyet davasının Çağlayan'da görülen duruşmasına gelenlere yanaşarak röportaj adı altında provokasyon yapmaya çalışarak kovulan Bülent Yapraklıoğlu'nun Cast Merkezi isimli cast ajansına kayıtlı bir oyuncu olduğu ortaya çıktı.

Yapraklıoğlu'nun cast ajansının sayfasında yer alan fotoğrafında dava günü Çağlayan önündeki provokasyon anlarında giydiği tişörtün aynı olması dikkat çekti. 

Yapraklıoğlu'nun cast ajansının sayfasında yer alan saç rengi bölümünde açıkça kel olmasına rağmen 'diğer' seçeneği belirtmesi ve özelliklerde de yüzmeyi işaretleyerek eşi benzeri olmayan bir oyuncu olduğunu belirtmesi sosyal medyada çok konuşuldu.

 [Haber görseli]

15 Eylül 2017 Cuma

Reyting Uğruna Rezillik Dizboyu - Bülent Ersoy konuk hafiye!


İzdivaç programlarının yasaklanmasıyla gündüz kuşağında “Müge Anlı tarzı cinayet ve kayıp programlarının” patlama yaptığını yazmıştık. Bu patlamanın nasıl bir sonuç doğuracağı da ilgilerinize mazhar olmuştu. Ve galiba yanılmadık; çeşitli vesilelerle ölen insanların durumu reyting malzemesi haline dönüştü bile.

Zira Acun Ilıcalı’nın TV 8 kanalında bugün 13 yaşında bir çocuğun ölümüyle ilgili soru işaretleri “dünya güzellerimizden” Bülent Ersoy tarafından da yorumlandı.






Söz konusu şüpheli ölüm, Esenyurt’taki evinde boğazında sargı beziyle ölü bulunan 13 yaşındaki Hakan Ekinci ile ilgili.

Konu çok hassas; olay, program sunucusu Serap Paköz ve ekibi tarafından çözülmeye çalışılıyor. Buraya kadar her şey normal gibi; zira Serap hanım “tüm hanımlığını” muhafaza etmeye çalışarak konunun üzerine gitmeye devam ediyor. Fakat intihar mı, üzeri örtülmeye çalışılan bir kaza mı, yoksa cinayet mi türlü çeşitli iddialar ortaya atılıyor.

Aynı apartmanda oturan aile üyelerinden, çocuğun arkadaşlarına kadar pek çok kişi şüpheli durumda. Bunlardan biri de küçük Ekinci ile arkadaş olduğu bilinen, ağabeyinin arkadaşı bir genç.



İddiaya göre bu gencin bilgisayarına kaydettiği ve sonrasında formatladığı cinsel içerikli videolar bulunuyormuş. Bu videolardan yola çıkılarak şüpheler bu genç üzerine de yoğunlaşıyor. Bu da elbette anlaşılabilir, kesinlikle araştırılmalıdır. Fakat olaya Bülent Ersoy hanımefendinin dahil olması, üstelik programa bağlanarak konuya “bu gencin cinsel tercihlerine bakılmalı” yorumu yapması, medya maymunlarının reyting için neler yapabileceğini gözler önüne seriyor. Belki de Bülent Hanım kendi tabiriyle “cinsel tercihlerin” nasıl sonuçlara yol açabileceğini biliyordur, biz bilemeyiz tabii.

Dedik ya; “ipini koparan cinayet uzmanı oldu” diye. Şimdi de merak ediyoruz; bakalım reyting uğruna daha neler yapacaklar? Allah selamet versin efendim!







9 Eylül 2017 Cumartesi

Memlekette RAKI İçiminin En Son Halleri

Vergiler, vergilere bağlı zamlar akşamcının belini büktü. Vatandaş rakı alamaz hale geldi. 



Herkes kendi çapında kimyagere dönüştü. Ancak, millet hanım evde kızar, başka yer yok derken, kazandan, imbikten uzak durunca devreye eskiden olsa erbabının “alaminüt rakı” diyeceği tuhaf bir kokteyl girdi.

Marketlerde “tarımsal kökenli etil alkol” diye geçen (bu anahtar bir şifredir, daha sonra döneceğiz) sıvıyı alıyorsunuz, içine anason aroması koyuyorsunuz, oluyor size mis gibi rakı.

Gerçekten de oluyor mu? Gurmeler alay ediyor, gıda mühendisleri burun kıvırıyor, rakı üreticileri küplere biniyor… Haksızlar mı? Yok Istranca meşesi fıçılarda saklanmış, yok monosepaj, yok kavrulmuş anasonlu diye pazarlanan fantezi rakıları bir tarafa bırakalım. Memleketin en harcıâlem rakısı Yeni Rakı bile sorsanız, bakır imbiklerde iki kez çekilmiş, yirmi farklı üzüm türünden yapılıyor (on dokuz olmaz mesela!), en az bir ay dinlendirilmiş. Zahmetli iş, milimetrik bir çalışma.

İşte sürpriz burada başlıyor. Alaminüt rakıyı içenler Yeni Rakı’dan herhangi bir farkı olmadığını söylüyorlar. Üreticilere soruyorum. Bazıları üzüm aroması eklediklerini, ancak Yeni Rakı tadına sadık kalmak için bunu sınırlı miktarda tuttuklarını söylüyorlar. Demek ki Yeni Rakı’ya tadını veren de yalnızca tarımsal kökenli etil alkol ve anason. Ortada ilginç bir durum var. Hani Hoca demiş ya kedi buradaysa ciğer nerede, ciğer buradaysa kedi nerede?





Bu tuhaflığın kaynağına bakmak için 1944 yılına uzanmamız gerekiyor. Devlet büyüklerimizin yaptığı tanımları bir tarafa bırakalım. Rakı dediğiniz içki meyve alkolünden üretilen damıtılmış bir içkidir. Aslında anasonsuz da yapılabilir ki o zaman adına “düz rakı” denir ama ülkemizde anason ve rakı birbiriyle özdeşleşmiş nesneler olduğu için kimseyi onun rakı olduğuna ikna edemezsiniz.

Kitlesel tüketime sunulan rakı üzüm alkolünden (sektörde “suma” diye biliniyor) üretilir. Çünkü esas olarak üzüm mayşesi, hele ki kuru üzüm mayşesi incir mayşesine göre daha yüksek alkol verimi sağlar, daha kârlıdır. Ancak, Anadolu insanı (yoksa “eski Anadolu” insanı mı demeliyiz artık) öteden beri, kendi zevkine uyan, daha doğrusu elinde bolca bulunan meyve her ne ise ondan çeker rakısını. Tarihte yasal olarak, kitlesel tüketime yönelik olarak Adana ve Paşabahçe Tekel fabrikalarında üretilmiş incir rakıları olmuş. Ancak, bu üretimler sürdürülmemiş. Kaldı ki bu iki fabrikanın kendileri bile özelleştirme-güzelleştirme furyasında çoktan tarih oldular.

İşte meselenin temelindeki cinlik 1944’te başlamış. Ülkenin zorlu savaş ekonomisi şartlarından geçtiği bu dönemde, 1942 yılında çıkan 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’na dayanarak rakı üretimi devlet tekeline alınmış. Bolca gelire, bolca vergiye ihtiyaç var. Kaynaklar kontrollü. O zaman bir cin fikirlinin aklına gelmiş. Sonra da “Biz neden hep üzüm alkolü kullanıyoruz rakı üretirken? Neden şeker pancarı alkolü de kullanmayalım?” demiş büyüklerimiz.
Pancar şekerinin zaten kendisi zaruretten çıkmış bir ucube. Öyleyse pancar alkolünden rakı neden olmasın?

Memlekette şeker fabrikaları 1933’ten beri alkol de üretiyor. Alınmış pancar alkolü, adı yapılmış tarımsal kökenli etil alkol, katılmış üzüm alkolüne, al sana yeni rakı: Yeni Rakı. Şimdiki altın değerine bakmayın. Vatandaşı sevgili boğma rakısından caydıracak, tarihi Fertek Rakısı’nı unutturacak kadar uygun fiyatta, hem de birden katlanıveren üretim hacmi sayesinde çok yaygın dağıtımla çıkmış piyasaya.

Bundan sonra, memlekette rakının adı Yeni Rakı olmuş. Yıllarca ucuz rakı, kolay bulunur rakı. Bunlar anlaşılır şeyler. Ancak, anlaşılamayan mesele, rakının daha yumuşak içiminin, daha meyvemsi tadının yerini alan “tok içim”in (bunun Türkçesi ham alkol tadı oluyor) nasıl olup da önceki rakıların tadını unutturduğu. Öyle ki Tekel’in kalite, fiyat ve alkol oranı sırasıyla Yeni Rakı, Kulüp, Altınbaş üçlüsüyle piyasada arz-ı endam ettiği yıllarda akşamcıların ezici çoğunluğu sadece üzüm alkolüyle üretilen son ikisine burun kıvırır, adeta “biz atadan deden böyle gördük” diyerek Yeni Rakı’ya sarılırdı. Bu ilginç damak tadının açıklamasını nevzuhur, kimileri solda da pek beğeniyle takip edilen rakı gurmelerine bırakalım.

Yeni Rakı’ya böyle eşsiz bir sadakat besleyenler açtıkları şişenin nasıl sürprizlerle dolu olabileceğini de çok iyi bilirlerdi. Çünkü bir şişenin tadı, kalitesi diğer şişeninkini tutmazdı! O zaman gelsin sırlar, formüller, ritüeller. Evvela “Çorlu artezyen suyu, Şarköy üzümü” diye ağzını şapırdatanlar Tekirdağ’a uğrayan eşe dosta Tekirdağ rakısı sipariş ederdi. Sonra o numara meselesi. Üzerinde yazan seri numarası en küçük olan aranırdı: “1’li olacak 1’li”.

Bu konularda şansı yaver gitmeyenler talihine küsmezdi elbette. İşte burada şahane ritüel devreye girerdi: Rakı yakmak! Herkesin farklı bir tekniği vardı. Kimisi rakı şişesine ağzına gelene kadar (nerde şimdinin alengirli şişe ağızları?) çok ama çok yavaş ılık su doldurulan ve sonra ateşe verilen yöntemi tercih ederdi mesela.. Doldur suyu, çak kibriti, tüm lambaları söndür ve o gizemli mavi alevin dansını seyret. Ah eski günler!

O yılları yudum yudum yaşamış olanlar bu tuhaflığın nedenini de bilirler. Bazı rakılar bildiğiniz ispirto içerirdi yüksek miktarda. Öncelikle, Yeni Rakı’nızdaki üzüm alkolü ile tarımsal kökenli etil alkolün hangi oranlarda olduğunu bilemezdiniz. Bir diğer muamma ise kullanılan tarımsal kökenli etil alkolün kalitesiydi. Rakı derecesi denilecek kalitede tarımsal kökenli etil alkol üretimini garantiye alacak bir düzenleme yoktu ve hâlâ da yok. Şeker fabrikasından ne geliyorsa onu kullanırdı rakı fabrikaları. Kaldı ki üretimde bir tür “tağşiş” olarak görülebilecek şeker ekleme işlemi aslında bu ispirto tadını kesmeye yönelik olarak icat edilmişti.

Bu yıllardan geçerek 2001’e geldik. Rakı üretiminde devlet tekeli kaldırıldı ve 4250 sayılı kanunda yapılan değişiklikle ilk defa rakının tanımı yasalarımıza geçmiş oldu. Buna göre, rakının üzüm alkolünden yapılacağının yanında, Yeni Rakı’ya ve Yeni Rakı tarzında rakı üreticilerine açık kapı bırakmak için, üretimde tarımsal kökenli etil alkol de eklenebileceği hükmü getirildi. Ancak, tarımsal kökenli etil alkolün oranı en fazla % 35 ile sınırlandırıldı.

Bunun iki yönde güvenceyi hedeflediğini düşünebiliriz:
Birincisi yerleşik hammadde tedarik ağlarının korunması yönünde güvence. Örneğin, yarın bir üreticinin çıkıp, “ben incirden çekip satacağım habibi” diyerek piyasaya girmesi, incir üreticilerini ve bunların aracılarını havuza katması peşinen önlendi.
İkincisi ise Yeni Rakı’nın pazar lideri ve rakının örnek markası olarak konumunun korunacağı yönünde güvence. Örneğin, yarın bir üreticinin çıkıp, “pancar alkolü neyimize yetmiyor, ben pancardan üretir, üzümü az bir koklatır, daha ucuza üretirim, gerisini de tüketiciye bırakırım” demesi önlendi.

Rakının ve hele ki Yeni Rakı’nın tuhaf tarihi burada bitmedi elbette. Herkesin mutabık olduğu şekilde, Yeni Rakı iyileşti, o sürpriz ispirto tadı kayboldu. Tekirdağ’da üretilen Yeni Rakı ise sadece üzüm alkolünden üretildiği taahhüdüyle, farklı bir marka olarak piyasaya sürüldü. Ne tuhaf, Tekirdağ Rakısı’nı içenler, eskinin Tekirdağ fabrikası çıkışlı Yeni Rakı’sı ile pek bir farkı olmadığını söylediler. Bu cicim ayları bir on yıl sürdü, sürmedi, Yeni Rakı bu kez akşamcının kaşlarını çattırmaya başladı. Daha albenili, daha janjanlı şekilde yine sofraların kralı olan, adı Yeni Rakı olsa da kendisi eski dost yavanlaşmış, tatsızlaşmıştı. Kimse akıl sır erdiremedi.

İşte öyle bir dönemdeyiz ki alaminüt rakı ile piyasadaki Yeni Rakı arasında fark bulunamaz hale gelindi.




Hocanın dediğine dönelim: Kedi buradaysa ciğer nerede, ciğer buradaysa kedi nerede? Ortada iki ihtimal var. Ya Yeni Rakı yüzde 65/35 düzenlemesine uyularak üretiliyor ama üzüm alkolünün lezzete gerçekten hiçbir ciddi etkisi yok ya da Yeni Rakı en azından tüketiciyi alıştıracak denli uzun süredir yasal düzenlemeye uymadan üretiliyor. Tekirdağ Rakısı’nın ayrı marka olarak piyasaya sürülmesinden anlaşılacağı üzere, üzüm alkolünün herhangi bir etkisi olmadığını söylemek mümkün değil. Yasal düzenlemeye uyulup uyulmadığını ise akşamcı damağıyla test etmemiz mümkün değil.

Öyleyse açıklama nerede?

Öncelikle, çokça gözden kaçan bir hususa, tarımsal kökenli etil alkolün kalitesine değinelim. Tekel ile Türkiye Şeker Fabrikaları arasındaki kadim ortaklık sona erince, Yeni Rakı’nın üreticisi Mey İçki tarımsal kökenli etil alkol üretimine daha fazla yatırım yaptı. Üzüme dayalı rakı fabrikaları kapatılırken, 2006’da Karaman Suma Fabrikası tarımsal kökenli etil alkol üretimine tahsis edildi. Böylece, geçmişte şeker fabrikalarından alınan, rakı üretiminde kullanılmaya pek de elverişli olmayan tarımsal kökenli etil alkol yerine, rakı derecesi denilebilecek kalitede alkol üretir hale geldi. “Yeni Rakı nasıl iyileşti?” sorusunun cevabı muhtemelen burada. Buna karşılık, Mürefte’deki endüstriyel üzüm üreticileriyle ilişkileri sayesinde belki geçmişte de en düşük oranda pancar alkolü kullanan, diğer Yeni Rakı’lara göre asıl sırrı bu olan Tekirdağ fabrikasının rakısı bu süreçten etkilenmedi.

Şimdi gelelim “Yeni Rakı nasıl kötüleşti?” sorusuna.

Burada muhtelif rivayetler var. Kimisi Mey İçki’nin rakıda kullanılabilecek tarımsal kökenli etil alkol tanımının mevzuattaki (bkz. Türk Gıda Kodeksi Distile Alkollü İçkiler Tebliği) belirsizliğine sığınarak, pancar alkolü yerine yüksek früktozlu mısır şurubundan üretilen alkol kullanmaya başladığını ileri sürüyor. Karaman fabrikasının mubayaa defterlerine bakmak mı gerekiyor, ne?

Daha şüpheci olanlar ise Mey İçki’nin “Yeni Rakı iyileşti” yargısına güvenerek, gün geçtikçe daha fazla oranda, hatta yasal sınırlamayı fazlasıyla aşan şekilde tarımsal kökenli etil alkol kullandığını ileri sürüyorlar. Bunlara bir de her iki iddiayı birlikte savunanları ekleyin ve akşamcı damağınıza güveniyorsanız kararı siz verin.

Başa dönelim ve varsayımları bir tarafa bırakıp, akşamcının damağına gelene bakalım. Alaminüt rakı furyası sayesinde anlaşıldı ki yok bakır imbiklerde çekmek, yok yirmi çeşit üzüm falan faso fisoymuş. Yeni Rakı’nın, en azından şimdi piyasada bulunanın tadı tarımsal kökenli etil alkolden ve anasondan oluştuğu apaçık ortaya çıktı!

Yazıyı bir başka kara haberle bitirelim. Meraklısının çoktan haberi vardır gerçi, efsanevi Tekirdağ rakı fabrikası Ağustos’ta kapandı ve üretim Alaşehir Suma Fabrikası’na taşındı. Tekirdağ Rakısı da, kaliteli Yeni Rakı arayanların hayallerini yıllarca süsleyen Çorlu artezyen suyu, Şarköy üzümleri de tarihe karıştı.  

Manisa Rakısı gibi abuk bir marka tutmayacağına göre, bu yeni süreç daha az üzüm alkolü, daha fazla tarımsal kökenli etil alkol ve daha yavan Yeni Rakı’lar mı getirecek, bilemiyoruz ama bizim akşamcı yeni tutkusu olan alaminüt rakısından bir yudum alıp efkârlanmaya devam edecek belli ki.

8 Eylül 2017 Cuma

izdivaç programları yayından kaldırılınca TV kanalları rating için birbirinden rezil program formatları hazırlıyor

Evlilik programlarının yasaklanmasıyla “ekran müptelası” ünlülerin yeni program formatları da belli oldu. Önümüzdeki sezonun yeni “trendi”, “cinayet programları”olarak belirlendi.

Yılın en bomba “transferi” yıllar yılı kadın programıydı, izdivaç programıydı, şarkıcılıktı, reklamdı diyerek milletin yakasından bir türlü düşmeyen Seda Sayan oldu. Sayan, yeni sezonda ekranda “cinayet uzmanı” kılığında boy gösterecek. Partneri Uğur Arslan ile “çözülmeyen cinayet kalmayacak” iddiasıyla ekrana gelecek olan Seda Hanım’ın maktüllere “seni kim öldürdü anneeeem” diye seslenecek olmasından endişe ediliyor.


Bir başka transfer, AKP yalakası, Kabataş yalancısı Balçiçek İlter oldu. Yıllar yılı hükümetin bayraktarlığını yaptıktan sonra geçtiğimiz günlerde gazeteci arkadaşlarının hapislere girdiğini hatırlayan İlter de, Balçiçek İlter’le Olay Yeri adlı programla dedektifliğe adım attı. Biz programı izlemedik ama duyduğumuza göre Balçiçek Hanım, daha ilk günden reytinglerde ilk 100’e bile giremeyerek yere çakılmış. Eh tabii, insanın en iyi bildiği işi yapmasında fayda var. Kendisinin tekrar yalakalık mesleğine geri dönerek hayranlarını sevindirmesini bekliyoruz.

Ve Hande Ataizi. Aslında onun formatını tam olarak anlayamadık. Bir gün Şaşmaz cinayetini konu ediniyor, ertesi gün “ooooh yandan yandan” diye göbek atarak sahneye fırlıyor. Bir bakıyorsunuz birilerini kavuşturuyor. Bizim sabrımız ve zekamız onu anlamaya yetmedi. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın diyoruz.

İzdivaç programlarının pîri Esra Erol’un nasıl bir program yapacağı da henüz anlaşılamadı. Zira Esra hanım yayınlanmaya başlanan fragmanda bir ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayak koşuyor, bir elinde tahta kaşıklar “şıkkıdı şıkkıdı” oynuyor, bir gözyaşlarına boğuluyor, birilerine sarılıyor. Milletimize şimdiden sabır diliyor, başka da bir şey demiyoruz, çünkü diyemiyoruz.

Bir numaralı hafiyemiz Müge Anlı da sezona bomba gibi başladı. Ama şimdi Sezar’ın hakkı da Sezar’a. Kendisi atmaca gibi maşallah. Cinayetleri de çözer, kayıpları da bulur, polis şefi veya daha yüksek mertebelere de ulaşır. Başarılarının devamını diliyoruz. (Sevimsiz suratı ve habis ruhuna işlemiş ırkçı/gerici yaklaşımlarına dayanabiliyorsanız, onu izlemeye devam edin)

Öte yandan Yasemin Bozkurt, Serap Paköz, İnci Ertuğrul ve habercilik geçmişi olan Lütfiye Pekcan da kayıp, cinayet, şüpheli ölüm gibi olayları aydınlatan programlarla ekrandalar.

Polise, adli tıbba, yakınlarını kaybeden insanlara yardımcı olmak açısından faydaları elbet var ama bu kadar cinayetli, kayıplı, ağlamalı programı bu memleket nasıl kaldıracak, merak etmiyor da değil insan.

Neyse, yaşayıp göreceğiz. İyi seyirler, sabırlar…

4 Eylül 2017 Pazartesi

Bunu hep yapıyorlar: SIKIYI GÖRÜNCE akp'li yalancı çark etti!

[Haber görseli]
AKP Fatih Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Tolgay Demir’in, ilçenin gençlik kolları sayfasında “Düz dünya teorisi” başlıklı makalesi sosyal medyada alay konusu olunca internet sitesinden kaldırıldı.

Demir, "Yazıyı okudum, ilginç geldiği için paylaştım. İnandığım için değil; bana ilginç geldi, paylaşmak istedim" dedi.

Bu AKP'liler yarın öbür gün başları sıkışınca "İnandığım için değil, ilginç olduğu için akp'li oldum.. " veya "İnandığım için değil maddi çıkarlarım için akp'ye oy verdim" ya da "inandığım için değil öyle gerekiyor diye.. ilginç geldi diye müsüman rolü yaptım" derlerse kime şaşırmayacak.



Yalanda bile intihal var!                 

Hürriyet'te yer alan habere göre Demir’in, AKP internet sitesinde “dünyanın düz olduğunu” anlattığı makale yankı uyandırdı. Bunun üzerine AKP Genel Merkezi’nin devreye girdiği ve yazının kaldırıldığı öğrenildi. Demir, tartışmaların ardından Hürriyet’e şunları söyledi: “Flat Earth Society adlı bir grubun düz dünya teorisi başlıklı yazısını okudum, ilginç geldiği için paylaştım. İnandığım için değil; bana ilginç geldi, paylaşmak istedim. Benim böyle bir söylemim yok. Buna inananlar var."

'Dünya düzdür' diyen AKP Gençlik Kolları Başkanı alay konusu oldu: Hoşafla deve sidiği karışınca...                 

AKP Gençlik Kolları Başkanı: Dünya'nın yuvarlak olması mason uydurması, Dünya düzdür                 

3 Eylül 2017 Pazar

Aile saadetine büyük tehdit: Oğluna bağımlı anneler

Bağlılıkla bağımlılık arasında çok ince bir çizgi bulunur ve çoğu anne çocuğuna ne yazık ki bağımlı bir durumda yaşar...


Bu nasıl oluşuyor? Uzman Klinik Psikolog Pelin Su Uzun, konu ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Çocuk doğum öncesi dönemden başlayarak annesiyle sürekli bir etkileşim içinde olduğu için anne ile çocuk arasında, annenin hamileliğiyle birlikte başlayan çok özel bir ilişki bulunur. Bebek, annesine dokuz ay boyunca onu hayatta tutacak göbek bağı ile bağlıdır. Fiziksel olarak doğumla birlikte kesilen bu bağ, ruhsal olarak devam eder, yani hayali göbek bağıyla dolaşan bir dürü yetişkin görmek mümkündür.

Bağlanma olarak adlandırılan durum kısaca anne ile çocuğu arasında kurulan ilişkidir.  Doğumdan sonraki ilk üç ayda bebek; anne ve kendisini bir bütün olarak algılar, kendisini onun bir uzantısı, annenin bedenini kendi bedeninin bir parçası gibi görür. Ancak üçüncü aydan sonra çocuk, dış dünyanın farkına varır ve anneyi de farklı birisi olarak algılar. Dördüncü aydan sonra bebek, anneye bağlanmaya başlar. Bu bağlanma aslında anne ve bebeğin ayrışmasının da birinci aşamasıdır. Bebek, annesi yanından uzaklaşınca ağlar. Bu aylardan itibaren annenin, çocuğun ihtiyacı olmadığı zamanlarda da onun sürekli olarak yanında olması, ondan başka hiçbir şey ile ilgilenmemesi, onu sürekli gözetimi altında tutması, yalnız oynayabilecekken bile onu yalnız bırakmaması, ona sürekli müdahale etmesi, anne çocuk arasında bağlılıktan ziyade bir bağımlılığın oluşmasına olanak verir.



BAŞKA BİR KADINLA PAYLAŞAMAMA

“Benim varlığım çocuğum için daha güvenli” diye düşünen anneler, aslında çocuk için hiçbir ayrılık süresine izin vermeyerek bilinç dışında çocuklarını ayrılıklara hassas kılmaktadırlar. Anne, her durumda çocuk için karar verip onun adına adımlar atarak çocuğun kendi başına karar verebilme yetisinin gelişmesine engel olur ve bu çocuklar annesiz yaşamakta zorlanır. İlerleyen dönemlerde arkadaş ve partneriyle olan ilişkilerinde de sorunlar yaşanması kuvvetle muhtemeldir. Özellikle evlilik gibi ciddi durumlarda çocuğuyla bağımlılık ilişkisi kurmuş, kendilik değerini çocuğuyla kurduğu iç içe geçmiş ilişkiden alan, kendi dünyasını çocuğunun ihtiyaç ve taleplerini karşılama üzerine inşa etmiş anneye sahip bireylerde bu durum daha fazla görülmektedir.

Burada  oğlunu bir başka kadınla paylaşamadığı gibi, çocuğunun evden ayrılmasıyla birlikte büyük bir boşluğa düşer ve zihin uğraşları bu sefer oğlunun evliliğine, mutluluğuna, rahatına kayması söz konusu olabilir. Aslında burada çift taraflı bir etkileşim vardır. Anne duygu düşünce ve davranış odağını tamamen çocuğa yönlendirir, çocukta buradan bir şekilde beslenmeyi öğrenmiştir. Çoğu bağımlı annenin, kendisine bağımlı oğlu kızı olur. Kısır döngü aradaki o hayali göbek bağını daha da güçlendirerek iç içe geçmiş ayrışamamış bir anne oğul görmek mümkündür.
ÖNCE ÇOCUK DÜŞÜNÜLÜR

Toplumumuzda kadınlar anne olduktan sonra hep anne rolünde kalmayı seçerler. Cinsellik ayıptır, o artık annedir. Bir yere gidilecekse bir şey yapılacaksa önce çocuk düşünülür. Eş olma durumu ve eş ikinci plana atılır ve anne olmak sonsuz verici olmakla eşdeğer algılanır. Birey olduğunu, bir eş olduğunu unutan kadın, anne rolüne saplanıp kalır ve diğer alanlarda kaybettiği her türlü duygu ve durumu çocuğuyla deneyimlemeye, duygusal açığı çocuğuyla kapatmaya, sevgiyi sadece evladından almaya odaklanır. Sonuç olarak ayrışamamış ve ayrıştıramamış bir bütün şeklinde tüm odağı çocuk olur.

Durumun böyle gelişmemesi için hayatta farklı rollerimizin de bulunduğunu unutmamak gerekir. Anne olmak çocuğa belli bir süre eşlik etmek onun yolunu aydınlatmak gerekirse düşüp kaldığında motive ederek hayat yoluna devam etmesini sağlamaktır. Göbek bağları doğumda kesilir ve ruhsal bağ ömür boyu sürer fakat bağımlılık bizi tamamen körelterek her ilişki alanında sorun yaratan bir neden olarak karşımıza çıkar. Özgür ruhlu çocuklar yetiştirin ve bırakın… Onlar zaten size gönülden bağlı. Kendi ruhsal yaralarınızın yara bandı olarak çocuklarınızı kullanmayın, sizin sevgi nesneniz, sizin kontrolü elinizde olan kuklanız, ya da her kararını etkileyebileceğiniz bireyler olmasınlar.