27 Mayıs 2019 Pazartesi

Big Bang Theory dizisinin ardından

Bilim delisi 'GEEK'lerin anlatıldığı komedi 279 bölümün ardından sona erdi. Eleştirmenlerin nefret ettiği dizi nasıl fenomen oldu?


2000'lerin ortalarında Chuck Lorre ve Bill Prady'nin aklına bir fikir geldi. Prady, bilgisayar programcılığı yaparken birlikte çalıştığı meslektaşlarının hikayelerini Lorre'ye anlatıyordu.

Lorre o günlerle ilgili şunları söylüyor:

“Bill gibi, onlar da dahi. Ama dünyayla tamamen uyumsuzlar. Hani şu Pi’yi 80 basamağa kadar hesaplayabilen ancak çok fazla değişken olduğu için restoranda ne kadar bahşiş vereceğini bilemeyen adamlar. Kıçımla gülüyordum çünkü bu zeki çocukların gerçek dünyada yaşayacak donanıma sahip olmamaları çok komik.”

Bu hikayeden, 12 yıl ve 279 bölüm süren The Big Bang Theory doğdu. İkili, bilgisayar bilimlerinden biraz uzaklaşıp fizikte karar kıldı ve ilk başta çok parlak gelen fakat sonradan boş çıkan başka bir fikir ortaya çıktı. Lorre 2012'de yaptığı bir açıklamada, “Babası ve erkek arkadaşı olmadan hayatında ilk kez yalnız yaşayan ve kendi ayakları üstünde duran genç bir kadın hakkında konuşuyorduk. Fakat bu bizi hiçbir yere götürmedi, bir çıkmaz sokaktı” diyor.

O genç kadın Kaley Cuoco'nun canlandırdığı bağımsız ruhlu Penny oldu. Dizinin pilot bölümünde ekibin diğer üyeleriyle tanışan Penny, aktör olma hayaliyle yanıp tutuşsa da bir restoranda garsonluk yapıyordu. Ekibe gelince, “paraya ilgi duymayan” ve “evreni çözmek isteyen ancak kadınlarla konuşamayan” arkadaşlara odaklanılması düşünülüyordu. Ve Penny'yle bir dargın bir barışık ilişki yaşayan deneysel fizikçi Leonard Hofstadter (Johnny Galecki), teorik fizikçi ve entelektüel dahi Sheldon Cooper (Jim Parsons), başlangıçta kadınların yanında seçici dilsizlik yaşayan astrofizikçi Raj Koothrappali (Kunal Nayyar) ve çapkın olduğunu düşünen mühendis Howard Wolowitz (Simon Helberg) doğdu.


Lorre'nin ifade ettiğine göre “evreni çözmek isteyen ancak bir kadınla konuşamayan erkeklerin" hikayesine dayalı temel konsept, The Big Bang Theory'nin merkezini oluşturan çekişmeyi yansıtıyor ve dizi bu yüzden yıllardır hem taparcasına seviliyor hem de küçümseniyor. Dizi “geekleri” ve “nerdleri” (yapım 2007’de yayımlanmaya başladığında özellikle popülerleşen iki terim) kalıplaştırarak tam da temel aldığı topluluğu yabancılaştırmakla suçlandı. Ancak dizide, kaynaştırma ve hoşgörü mesajı olduğunu savunan insanlar da var ki dizinin yaratıcıları da bu fikri destekliyor.

Prady 2012'deki bir röportajında şunları söylüyor:

“Bunu (geekleri stereotipleştirme) yaptığımızı sanmıyorum. Dizideki karakterler büyük ölçüde bilgisayar işindeyken tanıdığım insanlara dayanıyor. Başlangıçta böyleydi. Şimdiyse bence, her gün Güney Kaliforniya'daki yazar odasında bir araya gelen, dünyadaki en geek insanlar topluluğuna benzeyen yazarlara dayanıyor."

Star Trek (Uzay Yolu) ve Battlestar Galactica gibi çığır açan yapımlara saygısını selam çakan Prady şöyle devam ediyor:

“Bu dünyanın bir üyesiyken farkında olduğum şeylerden biri, yargılayıcı olmayan bir yanı olduğuydu. Bilgisayar programcısıyken bizimle çalışan birçok farklı kişi oluyordu. Mesela, daha önce bulunmadığı bir yere kendi başına gidemeyen bir kişi vardı. Bağırıp 'ama neden oraya gidemezsin?' demek yerine, 'hayır, ondan bunu isteyemezsin, oraya gidemez çünkü daha önce orada hiç bulunmadı' şeklinde ona yaklaşıyorlardı. Bu, insanların kişisel özelliklerinin kabul edilmesi ve farklılıkların suistimal edilmesi yerine kutlanmasıydı."

The Big Ban Theory hakkındaki belki de en ilginç şey diziye sıkça yapılan sert yorumlar ve reytingler arasındaki göze çarpan fark. Yavaş bir başlangıç yapmasına rağmen, çok kameralı sitcom (Friends and Seinfeld'den sonra popülerliğini yitiren, 2000'lerin ortasında riskli olduğu düşünülen bir format) üçüncü sezondan itibaren reytingleri altüst etti ve ertesi yıl CBS’te perşembe 20:00 gibi önemli bir zamanda gösterilmeye başladı. İzleyici sayısı 12 sezon boyunca (çoğu zaman) arttı ve (ara sıra) azaldı. Ancak 4. sezondan bu yana 11 milyonun altına düşmedi.


Öyleyse açıkça ifade edelim: The Big Bang Theory'nin izleyici sayısı her zaman yüksekti. Bunu vurgulamak gerekiyor çünkü bazı incelemelere ve yorumlara bakanlar kimsenin izleme zahmetinde bulunmadığını düşünebilir. Jezebel sitesinden Hazel Cills, son sezon boyunca, diziyi kendi deyimiyle “son kez öldüresiye haşlamak” amacıyla, Ölüm Yatağındaki The Big Bang Theory'yi Ziyaret (Visiting The Big Bang Theory on its Deathbed) başlıklı bir dizi yazı kaleme aldı. Ağustos 2018'de CBS, The Big Bang Theory'nin 12. sezonunun final olacağını açıkladıktan sonra, The Guardian'dan Stuart Heritage “uzun kabusumuzun sonunda biteceğini” ve dizinin “sona ermesiyle herkesin rahatlayacağını” yazdı.

Bu arada, The New Statesman'dan Sarah Manavis sitcom'u “toplumdaki bir veba” olarak nitelendirerek şöyle devam etti:

“The Big Bang Theory'deki mizahın züppeliği konusunda herkes ortak paydada buluşuyor. YouTube, dizideki seyirci kahkahalarının editlendiği videolarla dolu. Bunlardan birini izledikten sonra, oldukça övülen dizi hakkında aslında düpedüz kötü, komik olmayan ve hepsinden öte tembelce yazılmış tek cümlelik şakaların 20 dakika boyunca birbiri ardına yığıldığı sonucuna varmamak elde değil.”

Manavis ayrıca dizinin kadın düşmanlığı yapan alt mesajlarının yanı sıra 2017'de Melissa Rauch'un (mikrobiyolog Bernadette) ve Mayim Bialik'in (nörolog Amy) maaşlarının artması için diğer yıldızlardan bazılarının kendi maaşlarının bir kısmından vazgeçmeleri üzerinden oyuncuların cinsiyetleri arasındaki ücret farkını da eleştirdi.

National Public Radio’da Pop Culture Happy Hour programını düzenleyen Linda Holmes, 2018'de Decider'e verdiği demeçte, “Aslında insanların bir şeyden hoşlanmama sebebini tahmin etmek istemem. Fakat The Big Bang Theory örneğinde bence diziyi kesinlikle çok kaba ve bayağı bulan bir grubun yanı sıra eşcinsel gerilim şakaları gibi (şimdi daha az olsa da hala var) gerici mizahı beğenmeyenler de var. Ayrıca CBS'in çoklu kamera dizilerinden veya genel olarak tüm çoklu kamera yapımlarından hoşlanmayan kişiler de var” diyor.

Eleştirilere rağmen, dizi 12 yıl sürdü ve 52 kere aday gösterildiği Emmy’de 10 kez ödül aldı. Jim Parsons, Sheldon Cooper rolünde gösterdiği performansla dikkat çekecek biçimde, 2010, 2011, 2013 ve 2014'te Komedi Dizisinde En İyi Başrol ödülünü aldı. Mayim Bialik, Amy Farrah Fowler rolüyle 4 kez aday gösterilirken, Christine Baranski de Dr. Beverly Hofstadter rolüyle En İyi Konuk Kadın Oyuncu dalında 4 kez adaylık kazandı. Yıllar geçtikçe dizi, kadın karakterlerini geliştirmek için çaba sarf etti. Penny “çekicilik sembolü komşu” karakterden “dünyadaki yerini bulmaya çalışan bağımsız genç kadına” geçişi canlandırdı. Bernadette ve Amy’yle olan dostluğu da hepsi için hoş bir karakter gelişimi sağladı.

The Big Bang Theory 279 bölümle tarihin en uzun soluklu Amerikan çoklu kamera sitcom'u (seyirci önünde canlı çekilen sitcom) olduktan sonra nihayete erdi. Penny, Sheldon, Leonard, Howard ve Raj, ilk esprilerinden 12 yıl sonra 16 Mayıs Perşembe günü son selamlarını verdi. Oyuncular, geçen ay sosyal medyada çekimlerin son günündeki duygusal fotoğraflarını paylaşırken Parsons, “Bunun ne kadar derin bir deneyim olduğunu ifade edecek kelimeleri bulmak zor” dedi. Bu görüntülerde Cuoco izleyiciye şöyle dedi:

“12 yıldır sizin için oyunculuk yapmak benim için mutluluk ve gurur vericiydi. Chuck Lorre, 'The Big Bang Theory'nin sonsuza dek kalbimizde yaşayacağını' söyledi. Bu çok tatlı, sade ve doğru."

Dizinin hayranları da The Big Bang Theory'yi son ana kadar yalnız bırakmamış gibi görünüyor. Variety'ye göre bazBelki de The Big Bang Theory böyle hatırlanacak; hakarete uğrasa da her zaman kendini seven insanlar bulan dizi.

Game of Thrones Dizisinin Siyasi Mesajı: Kadından ve Devrimden Korku

Sonunda adalet yerini buldu ama ne tür bir adalet? Game of Thrones politik kadınlardan ve devrimden duyulan korkudan istifade etti ve bu konuda bizi daha ileri bir noktaya taşımadı


Slavoj Zizek yazıyor


Game of Thrones'un final sezonu izleyicilerin isyan etmesine neden oldu ve tüm sezonun iptal edilip yeniden çekilmesi için (yaklaşık 1 milyon öfkeli izleyici tarafından imzalanan) bir kampanyayla sonuçlandı. Tartışmanın şiddeti bunun ideolojik anlamının büyük olmasını gösteren başlı başına bir kanıt.

Memnuniyetsizlik birkaç noktada toplandı: kötü senaryo (diziyi hızla bitirme baskısıyla hikayenin karmaşıklığı sadeleştirildi), kötü psikoloji (Daenerys'in "Deli Kraliçe'ye" dönüşmesi karakter gelişimine uygun değil), vs.

Tartışmadaki birkaç zekice sesten biri, memnuniyetsizliğin nedeninin kötü final değil, finalin kendisi olduğunu söyleyen yazar Stephen King'e aitti. Prensipte süresiz devam edebilecek dizi çağımızda, hikayenin sonu düşüncesi dayanılmaz hale geliyor.

Dizinin hızla gelen sonunda olaylara garip bir mantığın egemen olduğu doğru. İnandırıcı psikolojiyi değil ama daha ziyade bir TV dizisinin anlatıya dair ön kabullerini ihlal eden bir mantık. Final sezonu sadece bir savaşa hazırlık, savaşın ardından gelen ve savaşçının kendisini de içine alan yas ve yıkımdan ibaretti ki bütün anlamsızlığına karşın bu benim için alışılagelmiş dokunaklı gotik olay örgülerinden daha gerçekçi.

8. sezon art arda gelen üç mücadeleye sahne oluyor. Bunlardan ilki, insanlar ve insan olmayan "Ötekiler" arasında (Gece Kralı'nın yönettiği Kuzey'den gelen Ölüler Ordusu); iki ana grup insan arasında (kötü Lannisterlar ve onlara karşı kurulan, Daenerys ve Starklar'ın yönetimindeki koalisyon); ve Daenerys ile Starklar arasındaki iç çatışma.

8. sezondaki savaşların dış muhalefetten iç bölünmeye doğru mantığa uygun bir yol izlemesinin sebebi şu: İnsan olmayan Ölüler Ordusu'nun ve Lannisterlar'ın bozguna uğratılması ve Kralın Toprakları'nın yıkımıyla Starklar ve Daenerys arasındaki son mücadele – sonuç olarak halkını kötü hükümdarlardan içtenlikle koruyan geleneksel "iyi" soylular (Starklar) ile yeni bir güçlü lider türü, yoksullar adına hareket eden bir çeşit ilerici Bonapartist Daenerys arasında.

Son çatışmada bahis şu: Despotluğa karşı isyan sadece, aynı hiyerarşik düzenin eski, daha nazik bir versiyonunun geri gelmesi için mücadele mi olmalı yoksa ihtiyaç duyulan yeni bir düzen arayışına mı dönüşmeli?

Final, radikal değişimin reddini Wagner'ın eski anti-feminist motifiyle birleştiriyor. Wagner için, siyasi hayata müdahalede bulunan, güç arzusuyla hareket eden bir kadından daha iğrenç bir şey yoktur. Erkek hırsının aksine, kadın gücü kendi sınırlı aile menfaatlerini ya da daha da kötüsü, kişisel kaprisini yüceltmek için ister, devlet siyasetinin evrensel boyutunu anlamaktan acizdir.

Aile hayatının kapalı çemberi içinde koruyucu sevginin gücü olan aynı kadınsı davranış, kamu ve devlet işleri seviyesinde sergilendiğinde yakışıksız bir çılgınlık halini alır. Game of Thrones'taki en kötü diyaloğu, Daenerys'in, Jon'a onu bir kraliçe olarak sevemezse o zaman korkunun hüküm sürmesi gerektiğini söylediği anı hatırlayın. Yıkıcı öfkeye dönüşen cinsel açıdan tatminsiz bir kadının utandırıcı, vulgar bir motifi.

Ama -hadi en tatsız kısma gelelim- peki ya Daenerys'in ölüm saçan çıkışı? Kralın Toprakları'ndaki sıradan binlerce insanın acımasızca öldürülmesi gerçekten de evrensel özgürlük adına gerekli bir adım olarak haklı gösterilebilir mi? Bu noktada, senaryonun iki erkek tarafından yazıldığını hatırlamamız gerekir.

Deli Kraliçe Daenerys tam olarak bir erkek fantezisi. Bu yüzden eleştirmenler, onun deliliğe kapılmasının psikolojik açıdan makul olmadığına işaret ederken haklıydı. Bir ejderhanın üzerinde uçarak, çıldırmış ve öfkeli bir biçimde evleri ve insanları yakan Daenerys'in görüntüsü, güçlü bir siyasi kadın korkusuna yönelik ataerkil ideolojiyi ifade ediyor.

Game of Thrones'taki lider kadınların kaderleri bu koordinatlara uyuyor. İyi Daenerys kazansa ve kötü Cersei'yi yok etse bile güç onu yozlaştırıyor. (Tek başına Gece Kralı'nı öldürüp hepsini kurtaran) Arya da kayıplara karışıyor, batının batısına doğru yelken açıyor (Amerika'yı kolonileştirecekmiş gibi).

(Kuzey'in özerk krallığının kraliçesi olarak) geriye kalan kişi Sansa, günümüz kapitalizminin sevdiği bir tür kadın. Kadınsı yumuşaklığı ve anlayışı iyi bir entrika dozuyla birleştiriyor ve böylece yeni güç ilişkilerine tamamen uyum sağlıyor. Kadınların bu marjinalleşmesi, finalin genel liberal-muhafazakar dersinin önemli bir anı: devrimler kötü sonuçlanmak zorundadır, yeni despotluk getirir ya da Jon'un Daenerys'e dediği gibi:

"Sizi takip edenler, imkansız bir şeyi gerçekleştirdiğinizi biliyor. Belki bu onları, başka imkansız şeyleri de yapabileceğinize inandırır. Onların bildiği berbat bir dünyadan daha farklısını kurabileceğinize. Ama ejderhaları kaleleri eritip şehirleri yakmak için kullanırsanız bir farkınız olmaz."

Sonuç olarak Jon dizide yeni bir şey için, eskinin adaletsizliklerine bir son verecek yeni bir dünya için gerçekten mücadele eden tek sosyal temsilciyi aşktan dolayı öldürdü (lanetli kadını kendisinden kurtardı, tıpkı eski erkek şoven formülünün söylediği gibi).

Yani adalet yerini buldu ama ne tür bir adalet? En iyi hükümdarların gücü istemeyenler olduğuna dair yavan bilgelik hatırlatmasıyla yeni kral Bran oldu: kötürüm, her şeyi bilen, hiçbir şey istemeyen. Yeni elitlerden biri kralın daha demokratik bir şekilde seçilmesini önerdiğinde ardından gelen kibirli kahkahalar her şeyi anlatıyor.

Ve şunu belirtmek gerekir ki Daenerys'e sonuna dek sadık olanlar daha çeşitli. Yeni yöneticiler açıkça Kuzeyli beyazlar, Daenerys'in askeri komutanıysa siyahi. Sosyal statü ve ırklarına bakılmaksızın herkes için daha fazla özgürlük isteyen radikal kraliçe ortadan kaldırıldı ve her şey normale döndü.

Game of Thrones'un ardından: Dizilerde mükemmel son neden bu kadar zor?

Game of Thrones final bölümünün son dakikalarında Tyrion Lannister karakterini canlandıran Peter Dinklage şöyle söylüyor: “Dünyada iyi bir hikayeden daha güçlü bir şey yoktur. Bunu hiçbir şey durduramaz. Hiçbir düşman bunu yenilgiye uğratamaz.” Ancak Staples, "Game of Thrones'un son sezonu boyunca öğrendiğimiz bir şey varsa, o da aslında tek bir şeyin iyi bir hikayeyi yenebildiği. O da yanlış bir son" diyor


Dizinin 8. sezonunun bu şekilde sona ereceğini çok az kişi bekliyordu. Kamuoyu Game of Thrones’u son sahnelerinden çok önce, ejderha ateşi ile ölüme mahkum etmişti.

Son bölümünün ardından yüzbinlerce kişi, imza kampanyası başlatarak sezon finalinin “yetkin senaristler” tarafından yeniden kaleme alınması yönünde imza kampanyası düzenledi.

Kısa sürede 1,5 milyon imza toplandı. Internette Daenerys karakterini canlandıran Emilia Clarke’ın bir videosu paylaşıldı.

Videoda, finalden önceki bölümde deliren Clarke’a dizinin sonunu beğenip beğenmediği soruluyor ve Clarke da -sanki dizinin hayranlarını finale ilişkin “uyarırcasına”- endişeli şekilde gülüyordu.


Scott Bryan, Game of Thrones finaline ilişkin asıl sorunun, dizinin, yazar George RR Martin’in yazdıklarından farklı şekilde sonlanması olduğunu söylüyor.

Dizinin sonunda tahtı kimin hak ettiği ve kimin ele geçireceğine ilişkin izleyicilerin söyleyecek şeyleri olduğunu belirten Bryan, Game of Thrones'un, tahtı kimin ele geçirdiğinin açıklanmasıyla resmen final yaptığını vurguluyor.

Finali hayal kırıklığına uğratan yapımlar

Ancak uzun soluklu dizi Game of Thrones, sonu hayal kırıklığına uğratan ilk yapım değil.

6 sezon ve 119 bölümün ardından, Lost'un finali acımasızca eleştirildi.

Breaking Bad dizisinin finali, karmaşık tepkilere neden oldu.

David Simon’ın Baltimore’daki suçlara ilişkin dizisi The Wire, uyuşturucu, cinayet, yolsuzluk döngüsünün süreceğini varsayacak şekilde sonuçlandı.

David Chase’in New Jersey gangster dizisi The Sopranos da benzer bir sonla veda etti.

Chase, final bölümünü “Bilin bakalım ne oldu? Hayat iyi şekilde bitmiyor” sözleriyle yorumladı.

Final sezonunda başrol oyuncusu Kevin Spacey’nin yer almadığı House of Cards, diziyi popüler kılan şeylerden yoksun, gülünç şekilde sona erdi.

Mad Men’in 2015’te yayınlanan finaline gelen tepkiler öyle büyüktü ki, Matthew Weinrt ilk röportajında şu sözleri sarfetmişti:

"Bu dünyada yeteri kadar empati duygusunun olduğunu düşünmüyorum!"

Peki neden dizilerin sonlarına karşı böyle içsel tepkiler veriyoruz? Neden bizim için bu kadar önemliler?

BBC Three’nin komedi dizisi Thirst’ün senaristlerinden Furquan Akhtar (Furkan Aktar), şu yanıtı veriyor:

“Hepimiz doğal olarak bir hikaye anlatmayı biliyoruz. Hepimiz başarılı bir şekilde gündelik yaşantımızda hikaye anlatıyoruz. Yıllarca izlediğimiz, vakit harcadığımız hikayeleri çarpıtır ya da -başka bir hikaye uğruna- çıkmaza sokarsanız, hikayeleri aldatırsınız ve o zaman izleyici olarak mutsuz oluruz. Hepimiz başarıyla insan hikayeleri anlatıyoruz, bu insan etkileşiminin büyük bir parçası.”

Geçmişte BBC’de senaryo yöneticiliği yapan ve The Fall, Line of Duty gibi diziler ile Channel 4’te No Offence’de senaristlik yapan Henry Swindell ise başarılı bir finalin, genellikle dizinin en başından başladığını söylüyor ve ekliyor:

“Neden hikaye anlatıyoruz? Rastgele, kaotik ve tehlikeli bir dünyayı anlamlandırmak için.”

Swindell, dramanın temel işlevinin dünya görüşümüzü test etmek olduğunu söylüyor ve Tv şovları sona yaklaştıkça kırılgan dengenin de bozulduğuna dikkat çekiyor:

“Bilgi tüketme yöntemimizin çoğu, dünya “tezimizi” zorluyor. Tükettiğimiz kültür, genellikle bizim dünya görüşümüzün anti tezini gösteriyor. Bu sebeple araştırmalı, ilgilenmeli ve en sonunda görüşümüzün geçerli olup olmadığına karar vermeliyiz. Hikayelerin de yaptığı bu. İkileme düşen, ideolojilerle çatışan karakterlerin bunların üstesinden gelip gelemeyeceğini ve çözüme ulaşılıp ulaşılmayacağını görüyoruz."

Swindell, Hitchkok örneğini vererek, dizilerin, 3 şekilde sonlanabileceğini -herkesin sonsuza dek mutlu olduğu, herkesin öldüğü ya da iyilerin ödüllendirilip kötülerin cezalandırıldığı- sözlerine ekliyor:

“İronik bir sonda ise iyiler açıkça ödüllendirilmez ve kötüler cezalandırılmaz. Genellikle siyasi yapımlarda bir karakter, amaçladığı güce ulaşmak için karakterinden ödün verir. Aslında böylelikle seçimlerin sonucunda “cezalandırma” gerçekleşmiş olur ve hiçbir zaman gerçek mutluluğa erişemezler.”

Tv eleştirmeni ve Independent’ın sanat yazarı Fiona Sturges, TV dizilerinin sonlarının giderek karmaşıklaştığını düşünüyor.

Sturges, geçmişte olduğundan daha zorlu finallerin yaşandığını belirtiyor.

Fiona Sturges, “çoklu bitiş sendromu” konusunda da uyarıda bulunuyor:

“Bence her şeyin muntazam şekilde sonlanması gerektiğini düşünen pek çok yazar var. Ancak mutlaka böyle olmak zorunda değil. Biraz gizem bırakabilirsiniz. ”

Sturges ile aynı görüşteki Swindell, dizi finallerine ilişkin yapılan en büyük hatalardan birinin kişilerin genellikle ekran önünde çok fazla zaman harcaması olduğunu söylüyor ve ekliyor:

“En iyi sonları düşünürseniz, drama, kriz ve en heyecanlı ana ulaşma, mümkün olduğunca uzun sürer. Ancak çözüm, olabildiğince çabuktur. Çünkü bizim için heyecan verici olan budur. ”

Bafta ödüllü senaryo yazarı Jimmy McGovern, harika bir sonun hem şaşırtıcı hem de kaçınılmaz olması gerektiği görüşünde:

Game of Thrones’un finali, kesinlikle şaşırtıcıydı ve herkesi memnun etmek mümkün gözükmüyordu. Artık hikayeleri her zamankinden daha hızlı şekilde tüketiyoruz. Yapımların yeni bölümlerini her hafta beklemek, baskının artmasına neden oluyor.

Yaşanan hayalkırıklığı, dizilerin sadece bir hikayeyi sonlandırmadığını, geride bir miras bıraktığını kanıtlıyor. İzleyiciler, yapımlar ve karakterler ile duygusal bağ kuruyor. Bu hikayelerin sonuçları, tecrübelerimizi muazzam etkiliyor. Gerçek hayattaki ilişkilerimiz gibi, Tv şovlarını da onları izlediğimiz süre boyunca bize hissettirdiği güzel şeyler ile değil, genellikle finalleri ile hatırlıyoruz.

21 Mayıs 2019 Salı

Facebook para almadığı gönderileri SANSÜRLÜYOR!


Facebook üzerinde "sayfa" yönetimi yapan arkadaşlarımız zaten bir süredir olayın farkında:

"Paralı promosyon" uygulamasıyla, kullanıcılardan para talep eden facebook yönetimi son zamanlarda iyice ahlaksızlaştı!

Para ödemeden facebook sayfanızda paylaştığınız gönderileri zaten kısıtlıyor ve "şu kadar para öderseniz gönderinizi şu kadar sayıda kişiye de gösterebiliriz" diyorlardı.

Şimdilerde ise bazı gönderileri daha paylaştığınız anda "standartlarımıza aykırıdır" diye kaldırıyor, duruma itiraz ettiğinizde ise "pardon bir yanlışlık oldu, gönderinizi tekrar yerine koyduk" diyorlar.

AMA BU BİR YALAN!

Çünkü kaldırdıkları gönderileri asla yerine koymuyorlar.

PARA ÖDEMENİZİ BEKLİYORLAR!

Şimdi de utanmadan sıkılmadan "sayfanızın takipçileri bir süredir sizden haber alamadı. Hadi bir gönderi paylaşın" diye bize bir not ileten ikiyüzlü facebook 'un bu yüzsüzlüğünü afişe etmek için işte bu duyuruyu paylaşıyoruz...

Çocukluğumuzun Kahramanları - 1 Mister NO

Rock müzik dinleyicisinin "Kimse bilmiyor" sevinci

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 1. Bölüm: İçinizdeki Yazarı Uyandırın

Müzik Zevkinizi Kendiniz mi Belirliyorsunuz?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 2 Baltalı İlah Zagor

Erkin Koray'ın "Çöpçüler" şarkısı nasıl ortaya çıkmıştı?

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 2. Bölüm: Asparagas Nasıl Yazılır?

Unforgettables Plak Serisi

BRUCE LEE'nin Öyküsü

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 3. Bölüm: Sanal Bir Hikaye

Çocukluğumuzun Kahramanları - 3 KIZILMASKE

Bu videoda; Kaçak, Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Doludizgin (Bonanza), Tatlı Cadı ve Komiser Columbo dizilerinin nostaljisini yapıyoruz

INTERNET Nostaljisi

Hayalet Görünce Ne Yapmalı?

Çocukluğumuzun Kahramanları 4 - Sihirbazlar Kralı MANDRAKE

Videoklipler Nasıl Ortaya Çıktı?

Yeşilçam'da Seks Filmleri Furyası

Çocukluğumuzun Kahramanları 5 - Kaptan Swing

Müzik Dinleme Alışkanlığımız Değişirken

Çocukluğumuzun Kahramanları 6 - Çelik Blek (Teksas çizgiromanı)

GIRGIR mizah dergisinin öyküsü

Gizemle Nasıl Başederiz?

Çocukluğumuzun Kahramanları 7 - Yüzbaşı Tommiks

Beatles Çılgınlığı - Müzik Tarihinde Bir Dönüm Noktası

Sosyal medyada paylaşılan matematik sorularının arkasındaki kandırmaca

Şarkı Sözlerinde Mutluluğun Formülü

DİKKAT: Bu video hassas insanlar için uygun olmayabilir

Çocukluğumuzun Kahramanları 8 - Barbar Conan

Turist Ömer Uzay Yolunda filminin öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 9 - Red Kid

Beyaz Kelebekler grubunun öyküsü

Ayla Dikmen'in öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 10 - Tenten

Eskinin Adamıyla Medya Maceraları

Eskinin Adamıyla Çizgiroman Nostaljisi- Türk çizgiroman kahramanlarına genel bir bakış

Çocukluğumuzun Kahramanları 11 - Tarkan

Bu video sohbetinde uzaylılar ve politikacılardan bahsedilmektedir. Hatta zekasına güvenenler için bir de bilmece var

Çocukluğumuzun Kahramanları 12 - Karaoğlan

'Beş Yıl Önce On Yıl Sonra' grubu

Dünyayı Kurtaran Adam filminini hatırıyor musunuz?

Plak toplamaya ve dinlemeye yeni başlayanlar için yararlı bilgiler bu videoda!

Çocukluğumuzun Kahramanları 13 - Yüzbaşı Volkan

Çocukluk arkadaşımız Pembe Panter

Magazin Nostalji - Ajda Pekkan'ın Sadece 6 Gün Süren İlk Evliliği

BEKLENEN ŞARKI Filminin Öyküsü

Barış Manço'nun 40 günlük ilk evliliği

Gazinolar: Bir Döneme Damga Vurmuş Eğlence ve Müzik Mekanları

Magazin Nostalji - Yabancı Basında Yeşilçam

ve huzurlarınızda The Muppet Show

illa ki Ferdi Özbeğen

Eskinin Adamı'nın Şimdiki Zamanla İmtihanı - Bu sohbette şiir, şarkı, videoklip.. Ne ararsanız var

Nedir Bu Nostalji Dedikleri?

Müzik - Magazin aleminde son durumlar nedir?

Çok Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan - Cem Karaca'nın Öyküsü

Magazin Nostalji - Alaturka mı, aranjman mı? Plak mı, kaset mi?

Magazin Nostalji - Erkin Koray maçı kaybedince sahadan nasıl kaçtı? Cem Karaca gece maçına güneş gözlükleriyle çıkınca ne oldu? Barış Manço, Kurtalan Ekspresi nasıl dağıttı?

Rocky Filmlerini Nasıl Bilirsiniz?

Alkışlarla yaşar, yalnızdır piyanist - Bu bir Ferdi Özbeğen hikayesi

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 1. Bölüm

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 2. Bölüm

Bir Başkadır Ayten Alpman

Magazin Nostalji - Ünlülerin Uçan Daire Merakı

Plaklarda ve Fotoromanlarda Fenerbahçe

Magazin Nostalji - Barış Manço ve Seks

Zeki Müren'in Egzotik Maceraları

Bir Başkadır Ayten Alpman https://dai.ly/x8gfwiv

Sen çok iyi bir insansın ama SENLE OLMAZ!

Kapitalizmin check-up aldatmacası: Başka bir doktorluk daha var...

Sağlık Bakanlığı'nın sık sık önerdiği ancak kamu hastanelerinde sunmadığı check-up uygulaması aslında ne anlama geliyor? Dr. Akif Akalın, check-up uygulamalarının çıkışını, tarihsel arka planını, kapitalizmin check-up aldatmacasını 'Başka bir doktorluk daha var' başlıklı yazısında değerlendirdi.


Hani psikolojik testlerde bireylere bir sözcük verilir ve aklına gelen ilk sözcüğü ifade söylemesi istenir. Muhtemelen böyle bir durumda birçok insanın "doktor" dendiğinde aklına gelecek ilk sözcük "hasta" veya "hasta" dendiğinde aklına gelecek ilk sözcük "doktor" olacaktır. Bunun nedeni insanların çoğunun "doktor" ve "hasta" sözcüklerini başka bir "bağlamda" düşünememeleridir.

Kapitalist düzen, burjuva ideolojisi, kendi "sağlık paradigması" içinde doktoru "hastalara" bakan profesyonel olarak tanımlar ve insanlara da doktorları böyle tanıtır. Burjuva tıbbı tıp eğitiminden sağlık hizmetlerinin sunumuna kadar bütün yönleriyle burjuvazinin gereksinimlerine göre ve burjuva sağlık paradigması çerçevesinde örgütlenmiştir.

Bu paradigma içinde insanlar "hasta" olduklarında doktora gider, doktor da hastayı iyileştirmeye çalışır. Bu durum kendisini en somut biçimde, doktorların ofislerine gelen insanları "şikayetiniz nedir?" sorusuyla karşılamasıdır. Öyle ya, bir "şikayetiniz" yoksa doktorun ofisinde ne işiniz var?

Aslında bir başka doktorluk daha vardır. Fakat bu doktorluk, yalnızca maddi olanakları iyi olanlara hizmet eder. Bu nedenle "kamu" hastanelerinde pek rastlanmaz, fakat "özel" hastanelerde oldukça yaygındır.

Bütün özel hastaneler, insanlara "hasta" değilken veya "hiçbir şikayetleri yokken" de hastaneye gelmelerini, "check-up" yaptırmalarını önerir. Ancak SGK bu hizmetin bedelini ödemez, ödemeyi cepten yapmanız istenir. Sağlık Bakanlığı da düzenli olarak check-up yaptırmanızı salık verir fakat nedense (!) bu hizmeti kendi hastanelerinde sunmaz.

CHECK–UP SOSYALİST SAĞLIK HİZMETİNİN İNGİLİZCESİDİR

Tarihsel olarak hasta olmayan, hiçbir şikayetleri olmayan yurttaşların sürekli ve düzenli olarak muayene edilmesi ve sağlık yönünden kontrol edilmesi uygulaması ilk kez 1920'li yılların başlarında Moskova Sağlık Departmanı tarafından başlatılmış, başarılı sonuçlar alınması üzerine yaygınlaştırılmış ve giderek Sovyetler Birliği'nde sağlık hizmetlerinin "temeli" haline getirilmiştir.

Türkçeye "sağlık gözetimi" olarak çevirebileceğimiz bu hizmetin Rusçası "dispanserizatsiya" olarak bilinir. Bu terimle "tedavi edici" değil, "önleyici" tıbbi muayene anlatılır. Sovyetler Birliği'nde ve bütün sosyalist ülkelerde, bugün de Küba'da, bütün yurttaşlara, beşikten (hatta ana rahmine düştüğü andan itibaren) mezara kadar sürekli ve düzenli check – up hizmeti sunulur.

Bu hizmet, yukarıda da belirtildiği gibi "önleyicilik" amaçlı bir hizmettir. Birçok sağlık sorunu önlenir, bazı sorunlar daha ortaya çıkmadan tedbir alınır, bazı sorunlar ise henüz başlangıç halinde yakalanır ve kolayca tedavi edilir. Üstünlüğü "tartışılmaz" ve herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak çok, ama gerçekten çok "pahalı" bir hizmettir.

CHECK–UP VE SINIF MÜCADELESİ

Check–up yaptıranlar veya medyada check – up ilanlarını izleyenler bilir. Bugün Türkiye'de doğru dürüst bir hastanede "kapsamlı" bir check–up yaptırmanın maliyeti en az 2 bin liradan başlar. Eğer sahtekarların "bizde check–up 300 lira" ilanlarına kanarsanız, hastaneye gittiğinizde ya çok yetersiz bir check–up yapıldığını, ya da birçok işlem için ilave ücret talep edildiğini görürsünüz.

En az 2 bin lira dedik, fakat genellikle 2 bin lira sadece "temel" tetkikleri kapsar. Hekim herhangi bir sonuçtan şüphelenir, biraz daha ileri tetkik isterse, faturanız 5 bin liraya kadar çıkabilir.

Elbette bu rakamlar, kâr amaçlı özel sağlık kuruluşlarının rakamları olduğundan çok şişirilmiş rakamlardır, fakat bu hizmetleri "kamusal" olarak sunmak da, maliyetler düşse de oldukça pahalıdır. Öncelikle "bütün yurttaşlara" böyle bir hizmet sunulabilmesi için çok sayıda sağlıkçı ve sağlık merkezi gereklidir. Sosyalist ülkelerde sağlıkçıların sayılarının dünya ortalamalarının çok üzerinde olmasının nedeni budur. Örneğin bugün Küba'da 120 kişiye bir hekim düşmektedir. Bu durum maliyetleri önemli ölçüde arttırmaktadır.

Bir ülkede check–up uygulamasının devlet veya sosyal sigortalar tarafından karşılanma oranı ve check–up kapsamından sunulan hizmetler, o ülkede işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile doğru orantılıdır. Türkiye gibi işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin çok düşük olduğu ülkelerde check–up, yalnızca maddi durumu iyi olanların yararlanabildiği bir hizmettir.

İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin daha yüksek olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde, emekçilerin çoğu (hepsi değil) check – up hizmetlerinden daha geniş ölçüde yararlanabilmektedir. Küba gibi işçi sınıfının "iktidarda" olduğu ülkelerde ise check – up bütün yurttaşlar için doğuştan kazanılmış bir haktır.

CHECK–UP HAYAT KURTARABİLİR

Sosyalist ülkelerde bütün yurttaşların, kapitalist ülkelerde ise yalnızca maddi gücü olanların yararlanabildiği check–up hizmeti "hayat kurtarıcı" olabilir. Bu durum özellikle kanser gibi mortalitesi yüksek hastalıklar için geçerlidir.

Bugün artık herkes kanserde "erken teşhisin" ne kadar hayati önem taşıdığını biliyor. Birçok kanser türü ilk evresinde, henüz içinde bulunduğu dokuyu tam olarak teslim alıp, çevresine yayılmaya başlamadan teşhis edilebilirse, gerçekten çok büyük bir başarıyla tedavi edilebiliyor.

İşte check–up muayenelerinin önemi burada. Kanserleri bu kadar erken teşhis edebilmenin en başarılı yöntemi sürekli ve düzenli, elbette aynı zamanda "kapsamlı" check–up muayeneleridir. İnsanların hasta değilken, hiçbir şikayetleri yokken doktora gittikleri bu muayeneler, adı üzerinde "önleyici" muayenelerdir ve hayat kurtarıcı olabilirler.

KAPİTALİZMİN CHECK–UP ALDATMACASI

Daha önce de belirttiğimiz gibi kapitalist ülkelerde eğer paranız varsa, sosyalist ülkelerdeki gibi sürekli ve düzenli check–up yaptırmanız mümkündür. Ancak kapitalist ülkelerde bu olanağa toplumun çok küçük bir kısmı sahiptir. Bu durumda özel hastaneler insanları kandırmak için çeşitli yöntemler geliştirirler: "Paket programlar."

Örneğin özel bir hastanenin web sayfası "paketinizi oluşturun" diyerek size "seçenekler" sunmaktadır: hemşirelik hizmetleri mi istersiniz, sağlık desteği mi, laboratuvar desteği mi? Elbette "hepsini" istemelisiniz, fakat parayı kim ödeyecek?

Diyelim ufak tefek pansumanları ben kendim yaparım, laboratuvar tetkiklerimi de SGK ile bir kamu hastanesinde yaptırırım, bana "sağlık desteği" yeter dediniz. Bu durumda karşınıza yine üç seçenek çıkıyor: "Evde hemşire desteği", "Bebek bakım hemşire desteği" ve "Fizyoterapist ziyareti."

Bu kez "günde kaç saat" istediğinizi, başka bir sağlık gereksiniminiz olup olmadığını soruyorlar. Bir hastanın, hatta uzmanlık alanı fizik tedavi değilse bir tıp doktorunun günde kaç saat fizyoterapist gereksinimi olduğunu bilmesi mümkün mü? Fakat hastane size aynı manavlar gibi "ne kadar" istersiniz diye soruyor.

İşte kapitalist ülkelerde "her şey dahil" hizmet satın alacak parası olmayanlar, böyle soytarılıklara muhatap olmak zorunda kalırlar.

Sosyalist ülkelerde "bütün" yurttaşların ana rahmine düştükleri andan itibaren, ölene kadar yararlandıkları "kapsamlı" check–up programı çok pahalı olduğundan, kapitalist ülkelerde özel hastaneler "cebinize göre" paketler hazırlar. Bu paketlerden "cüzdanınıza" uygun olanları satın alarak, kendinizi belirli durumlara karşı koruyabilirsiniz. Paketinizin dışında kalan durumlar için yapacak bir şey yoktur. Keşke zengin bir ailenin çocuğu olarak doğsaydınız…

Diğer taraftan kapitalist ülkelerde işçi sağlığı hizmetleri çerçevesinde "sağlık gözetimi" uygulaması yürütülmektedir. Bu çerçevede işçilere işe giriş muayeneleri, periyodik muayeneler gibi check – up hizmetleri sunulur. Ancak bu sağlık gözetiminde istenilen başarıya ulaşılabilmesi için hekimlerin ve sağlıkçıların işçi sağlığı alanında uzmanlaşmış olmaları gerekir. Aksi halde Türkiye'de olduğu gibi bu alanda "uzmanlık" eğitimi almamış profesyoneller tarafından sunulduğunda, hizmet "check–up" olmaktan çıkar, hekimin karşısına gelene "şikayetiniz nedir?" sorusunu sorduğu, "yok" yanıtı alınca önündeki kağıdı imzaladığı "bürokratik" bir işleme dönüşür.

TIBBIN EMEKÇİLERİN DE HAYATINI KURTARABİLMESİ İÇİN

Evet, başka bir doktorluk daha vardır, fakat bu doktorluğa erişebilmek için ya sosyalist bir ülkede yaşamanız, ya da cebinizde çok para olması gerekir. Elbette bir alternatif daha var: Sınıf mücadelesini yükseltmek.

Emekçilerin sendikalaşma ve işçi sınıfı partilerine katılımlarındaki her yüzde 1'lik artış, "başka doktorluğu" görebildikleri pencereyi biraz daha aralayacaktır. Check–up maddi güçleri olanlar için bir "imtiyaz" olmaktan çıkıp, bütün emekçiler için "hak" haline gelecektir. O günler geldiğinde, emekçilerin kanserleri de tedavi edilebilecek kadar erken evrelerde teşhis edilebilecek, tıp emekçilerin de hayatlarını kurtarabilecektir.

17 Mayıs 2019 Cuma

Diktatörlük Zor Zanaat


Sabah sarayda kalkacaksınız.

Önce artık anlaşamadığınız işbirlikçilerinizi boğduracaksınız.

Sonra medyada size dil uzatanları...

Sonra aleyhinize konuşan birkaç sanatçıyı...

Hadsiz işadamlarını ve politikacıları...

Belki biraz çoluk çocuk, asker, öğrenci falan...

Sonra tek başınıza bir anayasa yapacaksınız, tek başınıza kararlar alacaksınız, tek başınıza her şeye hâkim olacaksınız.

Seçim kurulları, mahkemeler, üniversiteler, tüm devlet kurumları falan hepsi elinizin altında olacak.

Sandıktan her nasılsa hep ama hep sizin istediğiniz sonuçlar çıkacak.

Halk, siz başta olmazsanız ülke batar sanacak ve ülkenin siz baştasınız diye batmakta olduğunu epey bir süre hiç anlamayacak.

Sonra bir gün birden hiç beklenmedik bir şey olacak.

En mühim kale kontrolünüzde sandığınız bir seçimle elinizden kayıp gidiverecek.

Küplere bineceksiniz, "O kaleyi kimselere yedirmem ben!" diyeceksiniz.

Ve sahne!

***

Siz o kadar yıl dişinizi tırnağınıza takın, mağdur edebiyatının kitabını yazın.

Time’lara kapak olun. Tüm dünya sırtınızı sıvazlasın.

Ülkedeki aydınların bile aklını başından uçurun.

Onlarca yazar, çizer, felsefeci, akademisyen, sanatçı falan sizi müthiş demokrat sansın.

Onları önünüze katın, Batı’yı ardınıza alın, halkın tepesine binin.

Siz çalın onlar oynasın, nereden geldiği belirsiz paralar ülkeye oluk oluk aksın.

Herkes, sizi ekonomi tıkırında diye rahatsınız sansın.

Terör nedir, terörist kime denir, emrinizdeki sözlükler ha bire başka şey yazsın.

Bu arada savaşlar çıksın, size roller dağıtılsın.

Kimini hakkını vere vere oynayın, kiminde aklınız karışsın.

Savaşlarda joker olun, silahlar alın, bombalar atın, sınır ötelerine harekâtlar yapın, şehit edebiyatında çığırlar açın.

O hengamede, dün arkanızdayken bugün karşınıza geçen ve ipliğinizi pazara çıkartmaya yeltenen herkesi hapse atın.

Bu arada dünyanın en antidemokratik anayasasını güle oynaya hazırlatın, en olmayacak başkanlık sistemini davul zurnayla ülkeye dayatın.

Orduyu hacamat edin, hukuku maymun edin, akademik dünyayı talan edin...

Satılmadık kaynak bırakmayın.

Yaptıklarınıza, ettiklerinize de kimseleri karıştırmayın.

Derken... Birden...

Her şey tam istediğiniz gibi... istenildiği gibi olmuş bitmişken...

Hiç beklenmedik bir şekilde ülkedeki en büyük şehirde alelade bir yerel seçimde... iktidar kayıp gidiversin elinizden.

***

E bu durumda ne yapsanız haklısınız.

Tam da, "Ne güzel durağa geldiydik, demokrasi tramvayından indiydik" derken...

İstiklal Caddesi’ndeki o nostaljik tramvaya, seçim bozgununun sersemliğiyle tabii ki tıpış tıpış bineceksiniz.

Ve sadece sizin değil, seçmeninin de yalan olduğunu bildiği, muhalefetin sloganından devşirme o güdük lafı sanki büyük bir lafmış gibi edeceksiniz.

"Daha güzel olacak" diyeceksiniz.

"Daha güzel olacak".

Oysa, herkes farkında;

Eğer bu ülkede adalet bir an önce yerini bulmazsa her şey hem sizin için hem ülke için daha berbat olacak.

Her şey berbat olacak.

Zira en iyi siz bilirsiniz, şu kahrolası diktatörlük zor zanaat.

16 Mayıs 2019 Perşembe

Soner Yalçın gerici yazara nasıl iş verdiğini itiraf etti

Son dönemde üstüste yazdığı tutarsız ve falsolu yazılarla dostlarını utandıran, düşmanlarına alay konusu olan Soner Yalçın 16 Mayıs 2019 tarihli yazısında "mağduriyet" edebiyatı yapıp "Biz niye böyleyiz.. ühüüüü" diye ağlarken, arada bir itirafta bulundu.


Yazılarının her birine (bu bahsettiğimiz sonuncusu da dahil) hakettiği cevabı elbette veririz. Zaten veriyoruz da..

Bkz. Soner Yalçın komik ve aptal duruma düşmeyi yine başardı!

Son dönemde tayyip yalakalığına başlayan Soner Yalçın'ı fena madara ettiler!

Kendisi bu yazıları okuyup biraz olsun akıllanıyor mu peki? Ne gezer!

Gelgelelim şu bahsettiğimiz yazısında ağzından kaçırdığı lafa söyleyecek ayrı sözümüz var!

Soner Yalçın buyurmuş ki:

"Ayşe Baykal beş yıl Hürriyet'te yazarlık yaptı. Altı ay önce işine son verilince Odatv'de yazmasını teklif ettim. Üç soru sordu:

-Başörtülü olmam sorun olur mu?

-Yazılarıma herhangi bir müdahale olur mu?

Tayyip Bey'i sevi­yor olmam sizi rahat­sız eder mi?

Şu yanıtı verdim:

-"Ne başörtünüz bizi rahatsız eder, ne de kimi sevdiğiniz. Yazılarınıza da hukuki bir sorun olmadığı müddetçe karışmayız."

Şimdi orada bir duralım! Kimdir bu Ayşe Baykal? "Başörtülü yazar" kontenjanından bir şekilde Hürriyet gazetesine embed edilmiş biri. "Yazar" olarak ne bir birikimi var, ne de söyleyecek yeni bir sözü... İşi bitince Hürriyet'ten şutlanmış.. (Her kullanışlı aptalın başına gelir)

Peki sen bu kişiye neden yazarlık teklif ettin ki en başta?

Bir takım medya organlarından -artık bir faydası kalmadığı için- kovulmuş kullanışlı aptallara kol-kanat germekse maksadın, niçin namuslu ve işsiz binlerce gazeteciden birini değil de bunu seçtin ki? Yoksa senin maksadın "başörtülü yazara köşe yazdırıp" akepe'li cahil kitleden okur devşirmek falan mıydı?

Bu hesabın tutmadığı ortada!

Hatırlayalım: bu Ayşe Baykal geçenlerde gidip de Abdullah Gül'de boncuk aramaya başladığında, ODATV'nin içinden bir ses, dobra adam Nihat Genç çıkmış ve

"Ayşe Baykal hanımefendi ODATV'nin muhalif genleriyle boşuna uğraşma! Abdullah Gül adına gökten ayet indirsen nafile, değil siz Homeros gelse Dante gelse, bu çirkin ve kötü insanları kahraman ve iyi gösteremez. Abdullah Gül'ün hala yolunu toprağını öpen yazar türlerinin üstelik ODATV'de okumak tabii ki her vatansever her muhalif insanın çok canını sıkar. diye yazmak zorunda kalmıştı.

Bkz. Gül'ü Bu Topraklarda Kim Affeder?

Şimdilerde Bağcılar belediyesindeki işini "ODATV'ye yazı yazdığı için" kaybeden ve gene mağdura yatan Ayşe Baykal'ın en başta gidip o gerici-avantacı belediyeye sorması lazımdı belki de "Falan yerde yazı yazmam sorun olur mu?" diye...

AKP'li belediyelerin kamu kaynaklarını nasıl yağmaladıklarını, kendi yandaşlarına nasıl para dağıttıklarını.. işlerine gelmeyince insanları işsiz-ekmeksiz bıraktıklarını en başta bu Ayşe Baykal bilmiyor muydu sanki?

Yüzbinlerce kişi hukuksuz şekilde gerek KHK'larla, gerek "yandaş olmadıkları" için işsiz bırakılırken sesi çıkmayan Ayşe Baykal'a şimdi bizim acımamız mı gerekiyor yani? GEÇİNİZ!

Kimi sevdiğimiz ve kıçımıza giydiğimiz donun rengi seni rahatsız etmiyorsa, bilgi birikimi falan gibi kriterleri de dikkate almıyorsan madem, bizim yazılarımızı da ODATV'de yayınlasana Soner Yalçın!

Bunları geçelim, anlaması umuduyla Soner Yalçın'a seslenelim:

"Üslup sorunu var.. Türkiye gerildi.. bıdı bıdı.. " demişsin.

İyi de aslanım, bu ülke niye gerildi? Niye kutuplaştı? Neden akıl tutulması yaşıyoruz?

El cevap: Tayyip Erdoğan yüzünden!

Bu durum bu kadar açıkken sen gidip "Tayyip Erdoğan antiemperyalist mücadele veriyor. Ona sahip çıkalım!" demedin mi?
Aklıbaşında herkesi kendine güldürmedin mi?

Şimdi de çıkmış "başörtülü Ayşe Baykal'ı bile işten atıyorlar.. Ülkücüler çıkmış ülkücü yazara linç girişiminde bulunuyorlar.. Hep bu üslup yüzünden .. ü-hüüü" diye ağlıyorsun!

Akepe kadar ülkücü hareket de emperyalizmin maşası faşist bir örgütlenmedir. Faşistler gerekli görünce kendilerinden olanı da göz kırpmadan harcarlar! Bu, faşizmin tanımıdır zaten. İlkesiz, ahlaksız bir şekilde "yalan, dolan ve şiddet" uygulayan örgütler faşisttir.

Faşist Hitler'in 30 Haziran - 1 Temmuz 1934 "Uzun Bıçaklar Gecesi"nde kırıp geçirdiği SA'lar -ki o ana kadar Hitler'e hizmette en ufak kusur etmemiş lümpen faşistlerdi- ne kadar mağdursa, bu "kendi mahallesi" tarafından "mağdur" edilmiş Ayşe Baykallar ve Yavuz Selim Demirağ'lar da ancak o kadar mağdur konumdalar. Lidere biat etmekten vazgeçtiklerinde başlarına neler geleceğini mağdur olmadan önce de biliyorlardı!

Faşizmin bu "gayri-insani" ve barbar yanı, herhangi bir üslup sorunundan değil, bizzat faşizmin kendinde kaynaklanır!

Soner Yalçın'ın yazdığı bu tür yazılar .. yani faşizme "empati" dilenen yazılar son tahlilde faşizme hizmet etmekten başka bir işe yaramaz! Yok sizin mahalle, yok bizim mahalle.. Bu ifade yanlıştır, yanıltıcıdır!

Durum çok daha basittir: İnsanlıktan yana olan ahlaklı, ilkeli ve vicdanlı insanlar bir yanda.. akepelisi-ülküsücüyle-amerikancısı-feto'suyla faşistler öteki yanda!

Sıkıysa bu yazıyı da ODATV'de yayınla da görelim, Soner Yalçın!

7 Mayıs 2019 Salı

Soner Yalçın komik ve aptal duruma düşmeyi yine başardı!

Bir hafta önce yaptığı Tayyip güzellemesi nedeniyle rezil olması yetmezmiş gibi 7 Mayıs 2019 günü gene bir yazı kaleme alan Soner Yalçın, "şaşkın ördek suya kıçın kıçın girermiş" misali kendini eskisinden daha beter bir rezil etmeyi başardı.


Söylenti olmaktan çıktı, bunun gerçek olduğunu giderek daha iyi anlıyoruz. Neden mi bahsediyoruz? Hemen açıklayalım: Doğu Perinçek gibi Soner Yalçın da, Tayyip Erdoğan'ın himmetiyle cezaevinden çıkarılırken SÖZ VERDİLER! Bundan sonra RTE yağcılığı ve yandaşlığı yapacaklardı.. Tabii kendi üslupları daireseinde ve tabii kendisine inanan "ahlaklı ve vicdanlı insanları" kandırmak için!

Hakkını verelim. Bu işi iyi yapıyorlar. "Aman arkadaşlar, hepimiz aynı gemideyiz.. Emperyalizmin büyük oyununu görmek şart.. Bunu için Tayyip Erdoğan'a destek olun" şeklinde özetlenebilecek çiğ, sığ ve inandırıcılıktan hayli yoksun bu argümanı temcit pilavı gibi zırt pırt önümüze sürmeleri bundan...

Ama bu arkadaşların kafalarının basmadığı bir şey var: Artık yurtsever ve bilinçli insanlar bu mavraları yemiyorlar!

En son 1 Mayıs tarihinde Soner Yalçın bir dizi yazı kaleme alarak, hala anlayamamış olanlara, kendisinin artık bir tayyipçi olduğunu hiç bir itiraz ve şüpheye yer bırakmayacak bir açıklıkla ifade etti. Ancak bunu yaparken kullandığı argümanlar o kadar aptalca ve o kadar zeka yoksunuydu ki, Soner Yalçın sosyal medyada makaraya alındı. Bu safsataları artık kimseye yutturamayacağı kendisine anlatıldı.

Bkz. Son dönemde tayyip yalakalığına başlayan Soner Yalçın'ı fena madara ettiler!

Soner Yalçın fena halde allak-bullak oldu. Karizması çizilmiş ve kimyası fena halde bozulmuştu. Tam bir hafta tek satır yazamadı!

Bir hafta sonra 7 Mayıs 2019 günü gene bir yazı kaleme aldığında, "şaşkın ördek suya kıçın kıçın girermiş" misali kendini eskisinden daha beter bir rezilliğin içine sokmayı başardı. BRAVO Soner diyoruz.. Tayyip yalakalığının seni getirdiği yerden memnunsundur herhalde?

Tam da YSK'nın, Saraydan gelen talimatlar doğrultusunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sonuçlarını tamamen yasadışı bir şekilde iptal ettiği günün ertesinde...

Yani Türkiye'de demokrasinin tabutuna son çivinin da çakıldığı gecenin sabahında...

Soner Yalçın iyice içine düştüğü gaflet denizinden neler zırvalamaktaydı biliyor musunuz?

Diyordu ki

"Bu kafayla seçim kazanamazsınız.."

(Seçim kazandığımızda seçimler RTE tarafından iptal edilmemiş gibi..)

"Emperyalizme karşıyım diyorsanız Tayyip' destekleyeceksiniz"

Sanki bir emperyalist proje olan AKP Türkiye'yi göçerten asıl sebep değilmiş gibi..)

Soner Yalçın'a bakacak olursanız, giderek çökmekte olan AKP bütün ülkeyi de kendisiyle birlikte çökertirken, bu durumdan kurtulmanın tek çaresi Tayyip Erdoğan'a destek vermekmiş...

Yerseniz...

Gaflet ve dalalet içinde sayıklamakta olan Soner Yalçın'a birisi hatırlatsın:

Sen istediğin kadar "Gramsci'nin söyledikleri" .. yok efendim "İspanyol muhalefetinin popülizm arayışları" yaz.. İstersen Dede Korkut masalları anlat...

Halk iradesinin RESMEN ÇALINDIĞI gecenin sabahında bile hala Tayyip'ten medet umuyorsan, SEN BİTMİŞSİN ARKADAŞ!

Hadi şimdi git kumda oyna...

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Müslüman Aleminin Ramazanı Kutlu Olsun!


Ramazan güzel başladı.. Halk düşmanı şerefsiz, soysuz bir alçağın ölüm haberini aldık. Çok sevindik!

Bu alçak itin cenazesine gidecek olanların da en kısa sürede bu itle aynı şekilde bu dünyadan ayrılmasını dileriz.

Ali Nesin, Fesli Kadir'e sahip çıktı!

3 Mayıs 2019 Cuma

Son dönemde tayyip yalakalığına başlayan Soner Yalçın'ı fena madara ettiler!





Magazin Nostalji


Türkan Şoray'ın Sinemadaki İlk Günleri

Bir Başkadır Ayten Alpman

Şakayla Karışık Sadri Alışık

Akil Hoca'yı Tosun Paşa Öldürdü!

Emel Sayın ile Selçuk Aslan Hastane Odasında Evlendi

Adile Naşit'in Yüreğinde Taşıdığı Dram

Sahnenin Muhteşem İkilisi Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan

Beyazperdeden Bir NECDET TOSUN Geçti

Erol Büyükburç'un Sahnedeki İlk Günleri

ŞÜKRAN AY Şöhret İçin 10 Yıl Bekledi

Ayla Dikmen "Alkışlanmak için yaratılmışım" diyor

Perran Kutman, Nişanlısı Engin Ardıç'ı Niçin Terketti?

Tarkan, Kolsuz Kahraman'a Karşı

Ajda Pekkan'ın 6 Günlük Kocası

Abdülhamit'in Mohikan Hayali Nasıl Suya Düştü?

Kamuran Akkor'un Sahnedeki İlk Günleri

Ünlüler Neden Bu Kadar Çok Boşanıyor?

Kemal Sunal'ın Yeşilçam'daki İlk Günleri

Ajda Pekkan'ın Sahnedeki İlk Günleri

Gülden Karaböcek'in Eski Eniştesi Atilla Alpsakarya ile Evliliği

Türk Pop Müziğinin Türkçe Bilmeyen Yıldızları

Yıl 1974 - Yeni Bir Yıldız Doğuyor: GÖKBEN

O bir şarkıcı.. O bir meteoroloji mühendisi.. O bir GÖKHAN ABUR

Zeki Müren'in Son Dönem Plakları ve Albümleri

Zeki Müren'in Sahnedeki İlk Günleri

Ayhan Işık, Ayhan Işık'ı anlatıyor

Kerem Güney ve "Elveda Meyhaneci"nin Öyküsü

Barış Manço'nun Çevirdiği İlk Filmin Haberi

Nostalji Sinema-Magazin: Malkoçoğlu, Karaoğlan'a karşı

Mari Felekyan - Cem Karaca'nın şöhretli anneannesi

Bundan 20 Küsur Yıl Önce Hayatımızın Gündemindeki 18 Konu

Yeşilçam Filmlerinden Neden Sıkılmıyoruz?

Zeki Müren Düşmanlığı ve Kıskançlığının Kökenleri

Zeki Müren İlk Aşkını Anlatıyor

Cüneyt Arkın'ın Sinemadaki İlk Günleri

Yıl 1975: "Aşk-ı Memnu" Dizisi İlk Kez Televizyonda

Orhan Veli Kanık'ı belediye çukuru öldürdü!

Esengül - Bütün ayrıntıların sarardığı gün

Cem Karaca'nın Sahnedeki İlk Günleri

Şükran Ay, Savaş'a sahne soyadını bıraktı

Gerçek bir dramın unutulmayan jönü: Yılmaz Zafer

Kaynanalar Dizisini Bir İntikam Duygusu Yarattı

Ergüder Yoldaş: Çöplükteki Mücevher

1972 yılında Türk pop müziğinin ışıldayan yıldızları

Hababam Sınıfı'nda Zeki-Metin gitti, yerine Tarık geldi

Yeşilçam'ın yıldızları hangi filmle ünlü oldu?

Cahide Sonku: Sefahattan sefalete kayan yıldız

Rolling Stones Şarkısı Erkin Koray'dan Çalıntı Çıktı
Asu Maralman KARİYERİ VE DİSKOGRAFİSİ Ayla Dikmen Seninle Sonsuza Kadar Rana & Selçuk Alagöz Biz Sizin Şarkılarınızla Büyüdük
Erol Evgin'in müzik dünyamıza girişi
Sami Hazinses: Elde var yine hüzün!
Dario Moreno'yu Nasıl Kaybettik?
Anılarda Kalan YEŞİLÇAM Magazin Nostalji: Barış Manço'nun 40 gün süren ilk evliliği James Bond'un İstanbul Anıları
Ömer Lütfi Akad: Türk sinemasının çehresini değiştiren adam Magazin nostalji: Tom Jordache öldüğü gün tüm Türkiye gözyaşı dökmüştü Magazin nostalji: Zeki Müren'in otomobili bile meşhur olmuştu
Magazin nostalji: "Turist Ömer Uzay Yolunda" filmi vizyona girerken
Fikret Hakan - Hümeyra nikahının öyküsü
Sımsıcak Yeşilçam Günlerinde Çekilmiş Çok Nadir Resimler
Yeşilçam'ın En Cömert Kadınları Ayhan Işık ve Sadri Alışık - Yılların yıpratamadığı dostluk
Emel Sayın ve David Younnes Evliliğinin Öyküsü
Küçük liseli kız Nilüfer nasıl yıldız oldu? Vahi Öz'ün son röportajı: Film koptu, kopuyor Yadigar Ejder Dosyası: Herkesin sevdiği "komik-kötü" adam