28 Aralık 2016 Çarşamba

Tarihe Damga Vurmasına Rağmen Belki de Adını Hiç Duymadığınız 12 Önemli Kişi

Dünyanın akışına yön vermiş olsalar da, çoğunlukla insanların hafızasında en ufak bir kırıntıya bile sahip olamamış gizli isimler bunlar.

1. Mitiades

Mitiades
Mitiades
Komutan Miltiades’in önemi, tarihin en büyük kırılmalarından biri sayılan Maraton Savaşı galibiyetinin ardındaki deha olmasında yatıyor.
Atinalılar ve Persler arasında gerçekleşen savaşı, sayıca az olmalarına rağmen Atinalılar kazandıysa, bundaki aslan payı Miltiades’in taktiğinde yatıyor.
Miltiades’i bu kadar önemli kılan şeyin ne olduğunu soracak olursanız, onun yokluğunda muhtemelen Atinalıların kaybedeceğini ve Perslerin ilerlemesini sürdüreceğini belirtelim. Bu durumda da
  • Sokrates
  • Platon
  • Aristoteles
  • Perikles
  • Sofokles
  • Hipokrat 
gibi isimler belki de hiç yaşayamayacak, çalışmalarını ve tarihe olan katkılarını hiç yapamayacaktı.

2. Maurice Hilleman

Maurice Hilleman
Hilleman, bugün ABD’de zorunlu olarak uygulanan 14 aşıdan 8’inin mucidi.
Kızamık, Kabakulak, Hepatit A, Hepatit B, Çiçek, Menenjit, Zatürre aşıları bunlar arasında bulunuyor.
Hilleman, 20. yüzyılda yaşamış diğer tüm bilim insanlarından daha fazla hayat kurtardı. Yine de öldüğü zaman, çalışmalarını takip eden insanlar haricinde kimse ismini bilmiyordu.

3. James Harrison

James Harrison
14 yaşındaki geçirdiği göğüs ameliyatı nedeniyle vücuduna 13 litre kan nakledilen ve bu şekilde hayatta kalabilen Harrison, 18 yaşından itibaren düzenli olarak kan bağışı yapmaya başladı.
Hayır, onun kerameti düzenli kan bağışı yapmasında değil, kanında keşfedilen Rho(D) isimli çok nadir bir antikorda yatıyordu. Bu antikor, doğmamış çocuklarda rastlanabilen Rhesus hastalığının tek tedavi anahtarıydı.
Bu gerçekle birlikte Harrison düzenli olarak kan plazması bağışı yapmaya başladı. 1077. defa bağış yaptığı gün Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye hak kazandı. Kan plazmasının yalnızca 2-3 haftada bir verilebildiğini de belirtelim…
Sonuç mu? Şu ana kadar yaklaşık 2.4 milyon çocuğun hayatını kurtardı.
Şu an 77 yaşında ve artık kan bağışı yapamıyor. Ama kanı kullanılarak yapılan araştırmalar Anti-D adı verilen aşının geliştirilmesine imkan sağladı. Bu aşı da, Rhesus hastalığının tedavisine tümüyle imkan sağlıyordu.

4. Leo Szilard

Leo Szilard
Szilard, atom bombasının patentine sahipti. Evet, atom bombası.
1932’te nötronun keşfiyle birlikte Szilard, nötron temelli nükleer reaksiyon fikrini öne sürdü ve patentini aldı. Bu reaksiyonun bir ‘patlamayla’ sonuçlandığını da söylüyordu. Szilard bu yöntemle birkaç nükleer reaksiyon tetiklemeye çalıştı fakat başarılı olamadı.
1938’de atom çekirdeğinin ikiye ayrılmasının keşfiyle birlikte Szilard, bunun bir nükleer bomba amaçlı kullanılabileceğini ilk fark eden kişilerden biri oldu. İkinci Dünya savaşı kapıdaydı ve eğer Mihver devletler erken davranırsa bu tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi. Bunun üzerine ABD Başkanı Roosevelt’e her şeyi ayrıntılı izah eden bir mektup kaleme aldı. Fakat ünü yoktu ve mektubun başkana ulaşacağından emin değildi. Bu yüzden üniversite hocasının yardımını istedi. Albert Einstein’ın.
Einstein’a durumu açıkladığında ünlü fizikçinin “Bunu hiç düşünememiştim” tepkisi verdiği bilinir. Einstein mektubun altına kendi imzasını da atar ve mektup başkana ulaştırılır. Bu mektup ‘Einstein mektubu’ olarak bilinse de aslen Szilard tarafından kaleme alınmıştır.
Sonuç: Başkan mektubu alır. Kısa süre içerisinde Manhattan projesi start alır ve atom bombası üretilir. Mektup, dolayısıyla Szilard, atom bombasının icadından birinci derecede sorumlu olmuş ve tarihin akışını değiştirmiştir.

5. John Bardeen

John Bardeen
John Bardeen, transistörün mucidi. Bugün elektrikle çalışan bütün cihazların gücü, onun icadı olan transistörden geliyor. Yani Enformasyon çağı, onun sayesinde mümkün olabildi desek yanlış olmaz.
Aynı zamanda konvansiyonel süperiletkenlik teorisi üzerine çalışmalar vermiştir. Bu çalışmalar manyetik rezonans görüntüleme teknolojilerinin (MRI) ilerlemesinde kullanılmıştır.

6. Norman Borlaug

Norman Borlaug
20. yüzyılın ortasında çok verimli tarım teknikleriyle geleneksel tarımı harmanlayarak Meksika, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelere bu tekniklerin uygulanmasında öncülük eden Norman Borlaug da ismi bilinmeden milyonlarca insanın hayatına etki edenlerden.
Onun bu ‘Yeşil Devrim’ hareketinin ardından milyonlarca insan açlıktan kurtuldu ve düzenli besin kaynağına sahip oldu.
Borlaug bu çalışmalarıyla Nobel Barış Ödülü’ne layık görülse de, ismini bilen kişi sayısı halen oldukça az.

7. Stanislav Petrov

Stanislav Petrov
Soğuk Savaş döneminde SSCB askeri olan Petrov, 26 Eylül 1983 günü, Sovyetlerin o dönem uygulamaya soktuğu misil saldırısı erken uyarı sisteminin nöbetçisiydi.
Sistem düşmandan gelecek bir nükleer füze saldırısını önceden fark edip alarm veriyordu. O gün gelen alarm da, tam olarak böyle bir ABD saldırısına işaret etmişti. Bunu acilen üstlerine bildirmekle yükümlü Petrov sakin davrandı. Alarm mükerrer biçimde 4 defa çalınca, bütün bunların yanlış alarm olduğu sonucuna vardı ve herhangi bir raporlama yapmadı.
Evet, durum gerçekten bir yanlış alarmdı. Eğer ilk alarmdan sonra metanetli davranmayıp hemen üstlerine haber verseydi tüm güçle karşı saldırı yapılacak ve dünya nükleer saldırılarla mahvolacaktı... 

8. Ajay Bhatt

Ajay Bhatt
Adını çok az kişinin bildiği Bhatt, bilgisayar teknolojisine damga vuran USB arayüzünün mucidi. Bhatt aynı zamanda AGP ve PCI gibi grafik işlemci standartlarının belirlenmesinde önemli bir rol sahibi.
Yine de adını kimse bilmiyor.

9. Robert Hooke

Robert Hooke
Hooke hücreyi keşfeden kişi. Bununla kalmayıp optik, yerçekimi, paleontoloji ve mimari gibi alanlarda önemli çalışmalar yapmış bir polimat.
Tarihte onun adını kimsenin bilmiyor oluşu ise Isaac Newton ile tutuştuğu bir kavga.
Newton, halen Hooke’un pek çok konseptini sahiplenip onun ününü yok eden kişi olarak suçlanır.

10. Dennis Ritchie

Dennis Ritchie
Programlama dili C’nin mucidi olan Dennis Ritchie olmasaydı, bugün C, C++, Java gibi birçok programlama dili ve Unix platformu belki de olmayacaktı.
Steve Jobs ile aynı ay hayatını kaybetmesine rağmen kimse onun ölümünü fark etmedi. Zira pek çokları onun ismini bile bilmiyordu. Esasında Steve Jobs yalnızca milyon dolarlık bir şirketin kurucusuyken, Ritchie trilyon dolarlık bir endüstrinin babasıydı.

11. Tim Berners-Lee

Tim Berners-Lee
Dünyada şu an milyonlarca insan e-mail gönderiyor, online oyun oynuyor, başka bir şehirdeki arkadaşıyla yazışıyor, müzik dinliyor ve bir şekilde İnterneti kullanıyor. Bütün bunları her noktadan yapabilmeleri ise bir adamın sayesinde: Tim Berners Lee
Kendisi World Wide Web (www) protokolünün mucidi. Bu çok önemli icadı patentleyip servetine servet katmak varken o bunu insanlığın bekası için bedava olarak dağıtmayı tercih etti.

12. Witold Pilecki

Witold Pilecki
Pilecki, Müttefiklere detaylı bilgi sağlayabilmek adına Auschwitz kampına gönüllü olarak sızan bir askerdi.
Ondan önce sıradan bir tutsak kampı sanılan Auschwitz’in, onun yoğun riskler altında sağladığı bilgiler neticesinde bir ölüm kampı olduğu ortaya çıktı. 
Kamptan kaçmayı başardı, kaçarken yanına çok önemli dökümanlar aldı.
Ülkesine döndükten sonra dönemin hükümeti tarafından casusluk suçlamasıyla infaz edildi.

Neden, Niçin, Nasıl? Merak Edilen Bazı Sorulara Verilmiş 12 Aydınlatıcı Cevap

Neden veya nasıl gibi soruları zaman zaman bir şey ile karşılaştığımızda sorarız ama detaylarını araştırma konusuna gelince genelde bu durumu pas geçeriz. İşte bu tarz sorulara cevaplar veren çeşitli kaynaklardan derlediğimiz bilgiler sizlerle...

1. Ameliyat Önlükleri Neden Yeşil veya Mavi Renk Tonlarındadır?

Ameliyat Önlükleri Neden Yeşil veya Mavi Renk Tonlarındadır?
Operasyonlar esnasında doktorların sürekli olarak kan görmeleri ve belli bir noktaya odaklanmalarından dolayı göz yanılması yaşamaları muhtemeldir. Çünkü sürekli aynı şeye bakmak görüşün bakılan şeye karşı duyarsızlaşmasına neden olur. Bu duruma karşı tedbir amaçlı olarak doktorların genelde yeşil rengi kullanmaya başladıkları ileri sürülür.
Renk skalasına göre kıyaslama yapmak gerekirse gerçekten de kan rengi olan kırmızının tam zıt rengi olarak yeşil geliyor. Yeşil veya ona yakın bir ton olan maviye bakmak gözün görüşünü tazeleyerek kırmızıya olan görüş kaybının akabinde de göz aldanmasının önüne geçiyor.

Kaynak

2. Bayat Ekmek Sertleşirken Bayat Cips Neden Yumuşuyor?

Bayatlık biliminde (evet, böyle de bir bilim var) bir “kabuk bayatlaması” var, bir de “iç bayatlaması.” Kabuk bayatlaması, bir ekmeğin çıtır çıtır olan kabuğunun yumuşaması. İç bayatlaması ise ekmeğin içinin sertleşmesi.
İlkini açıklamak kolay. Kabuk, ekmek somununun içindeki nemi emiyor. Havanın nemini emen patates cipsleri de tamamen kabuktan oluştuğu için yumuşuyor.
İç bayatlaması daha karmaşık. Gıda bilimciler yıllar boyunca bu konuda yüzlerce makale kaleme aldı. Birçokları bunun glüten yapısındaki nişastayla ilgili olduğunu düşünüyor. “Nişasta granülleri, pişirme sırasında amiloz açığa çıkarıyor,” diyor. Minnesota Üniversitesi’nde tahıl bilimci olan Profesör Bill Atwell. Ardından amiloz örümcek ağı şeklinde glüten ağına yapışıyor. Ekmeğin kabuğu, nemi aldıkça bu ağlar sertleşiyor.

Kaynak

3. Ay'ın Neden Hep Aynı Yüzünü Görürüz?

Ay'ın kendi ekseni etrafında dönme süresi ile Dünya etrafında dönme süresi aynıdır. Yaklaşık 29 gün süren bu periyot nedeniyle Ay'ın sürekli aynı yüzü Dünya'ya bakar.
Ay'ın görünmeyen kısmı, yani Ay'ın Karanlık Yüzü, Ay'ın %41'lik alanını kapsar. Yani Dünya'dan baktığımızda Ay'ın %59'luk kısmını görebiliriz.

Kaynak

4. Neden Vücut Isımız 37 Derecedir?

Neden Vücut Isımız 37 Derecedir?
Vücudumuzdaki hemen her olaydan sorumlu olan enzimler, protein yapıdadırlar ve belli bir sıcaklık derecesinde optimum (en yüksek) verimlilikte iş görürler. Sadece insanda değil, çoğu canlı organizmada, enzimlerin en yüksek verimlilikte çalıştığı sıcaklık derecesi 37ºC’dir. Bunun nedeni, evrimsel süreç içerisinde enzimlerin bu sıcaklığa adapte olmuş olmasıdır.
Bilim adamlarına göre vücudun, hem mantar hastalıklarından korunması hem de fazla yemek tüketiminden korunması için, sıcaklığın 30 ila 40 derece arasında olması gerekiyor. Bir matematiksel model hazırlanarak, tüketimi minimuma indirip kazancı maksimuma çıkaran sıcaklığın 36.7 derece olduğu bulundu. Yani normal insanın vücut sıcaklığına yakın bir sıcaklık.

Kaynak 1 2

5. Ağlayınca Neden Rahatlamış Hissederiz?

Tıpkı egzersiz ve kahkaha gibi ağlamak da kendinizi çok daha iyi hissetmenizi sağlayan endorfin hormonlarını açığa çıkarır. Endorfinlerin aynı zamanda ağrı sinyallerinin beyne ulaşmasını engelleyen ağrı kesici özellikleri vardır. Bu ağlama ile salgılanan endorfinlerin fiziksel acıyı da azalttıklarını gösterir. Yani yaralandıktan sonra ağlamak istiyorsanız, kendinizi tutmayın.

Kaynak

6. Filler Farelerden Gerçekten Korkar mı?

Yapılan araştırmalarda, fillerin doğrudan farelerden korktuğuna dair hiçbir sonuca ulaşılamamıştır. Filler farelerden değil, ani hareketlerden korkarlar.
Discovery Channel'ın meşhur mit avcıları (MythBusters) ekibi de bunu denemişler; ancak fillerin farelerden çok aniden karşılarına çıkan cisimlerden korktukları sonucuna varmışlardır. Çünkü hareket eden cismin fare olduğunu fark eden filler, umursamadan yollarına devam etmişlerdir.

Kaynak

7. Kekeme İnsanlar Nasıl Takılmadan Şarkı Söyleyebiliyorlar?

Konuşurken zorluk yaşayan kekemelerin zorlanmadan şarkı söyleyebildiğine tanık olmuşsunuzdur. Aslında bu durum sadece kekemelerde değil beyin hasarı nedeniyle konuşma güçlüğü yaşayan insanlarda da görülüyor. Benzer davranışsal özellikler olarak görülseler de konuşma ve şarkı söyleme aslında beyinde tamamen aynı mekanizmalarla ortaya çıkmıyor. Bu nedenle konuşma problemi yaşayan insanların tedavisinde şarkı söyleme terapileri kullanılabiliyor. Bu durumun nedeninin, konuşma sırasında beynin sol tarafı etkinken, sayı saymak ya da bilinen bir şarkıyı söylemek gibi mantıksal bir düşünme süreci gerektirmeyen sözlü ifadelerde beynin ağırlıklı olarak sağ tarafının etkin olması olduğu düşünülüyor.

Kaynak

8. Parmak Kütletirken Neden Ses Çıkar?

Oynar eklemler vücudumuzdaki en yaygın eklem türüdür. Vücudun hareket kabiliyeti en yüksek bölümlerinde, örneğin omuzlarda, dirseklerde, bileklerde, boyunda, parmaklarda yer alırlar. Oynar eklemlerin boşluklarında kemiklerin aşınmasını önleyen eklem sıvısı bulunur. Bu bölgelere bir kuvvet uygulandığında eklem yüzeyleri başlangıçta birbirlerinden uzaklaşmamak için direnç gösterir. Belli bir noktadan sonra ise aniden birbirlerinden ayrılırlar. Bu sırada eklem sıvısı içinde baloncuk olarak da tanımlanan boşluklar oluşabilir. Uygulanan kuvvetin etkisiyle eklem yüzeyleri birbirinden ayrılırken eklem sıvısının içindeki basınç düşmeye başlar. Bu durum eklem sıvısı içinde çözünmüş gazların açığa çıkarak baloncuklar oluşturmasına neden olur.

Kaynak

9. Banyodaki Havlular Neden Çabuk Kokuyor?

Banyodaki havlular yıkanıldıktan sonra, yani vücudumuz tertemiz iken kullanılır ve sadece vücudumuza değerler. Buna rağmen birkaç gün içinde bu havlular kokmaya başlarlar. Bunun sebebi vücudumuz değil vücudumuzdaki ölü deri hücreleridir. İstediğimiz kadar bol su ve sabunla yıkanalım, su ile birlikte kirlerin ve bakterilerin gittiğini zannedelim, yine de vücudumuz üstünde ölü deri hücreleri kalır ve kurulanırken bunlar havluya geçer. Bundan sonraki sorun havalandırmadır. Zaten havası devamlı nemli olan banyolar küflenme için ideal ortamlardır. Bu nedenle banyoları yıkanma sırasında değil de az sonra açıp havalandırmak gerekmektedir. Aksi takdirde havluya sinmiş deri hücreleri süratle kokuşmaya başlarlar.

Kaynak

10. Yerçekimi 5 Saniye Boyunca Yok Olsa Ne Olurdu?

Yerçekimi çok kısa bir süre için bile ortadan kalksa dünya üzerindeki her şey havalanıp uçmaya başlar. Tabii hızı düşürebilecek bir güç olmadığından ve aynı anda Dünya kendi etrafında döndüğünden, her şey havada hızla savrularak hareket eder. Yerçekiminin ortadan kalkması, atmosferdeki havanın da savrulması demek. Hava basıncındaki bu ani düşüş herkesin iç kulağının parçalanmasıyla sonuçlanır ve kısa süre sonra oksijen yetersizliği baş gösterir. Oksijen olmazsa su da hidrojen gazına dönüşür ve vücutlarımızın da büyük bölümü sudan ibaret olduğu için canlı hücreler tek tek patlamaya başlar. Tüm bunların gerçekleşmesi için 5 saniye yeterli. Yani altıncı saniyede geri gelecek olsa bile dünya üzerinde tek bir canlı kalmayabilir.

Kaynak

11. Açken Neden Sinirli Oluruz?

Acıktığımız zaman sinirlenmemizin sebebi kan şekerinin düşmesidir. Vücuda çok uzun bir süredir yiyecek girmemesi kan şekerini etkiler. Kan şekeri ideal değerlerin altına düştüğünde de enerji üreten hücrelerimiz ihtiyaçları olan glikozu bulamaz. Akabinde konsantrasyon güçlüğü, kalbin hızlı atması, halsizlik ve sinirlilik gibi durumlarla karşılaşırız.

Kaynak

12. Dünyada 5 Ekim Olan Öğretmenler Günü Bizde Neden 24 Kasım?

Dünyada 5 Ekim Olan Öğretmenler Günü Bizde Neden 24 Kasım?
Öğretmenler Günü tüm dünyada kutlanan bir gün. Ancak çoğu dünya ülkesi bu kutlamayı UNESCO’nun önerisiyle 5 Ekim günü yapıyor. Peki biz neden 24 Kasım’da kutluyoruz?
Öğretmenler Günü kutlamaları Türkiye’de 1981 yılına dayanıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında harf devriminin ardından, yeni harfleri öğretmek üzere “Millet Mektepleri” kurulmuştu. Atatürk 24 Kasım 1928 yılında Millet Mektepleri başöğretmeni oldu. 1981 yılı Atatürk’ün 100. doğum yıl dönümüydü. Bu yılda, başöğretmen olduğu 24 Kasım günü Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlandı ve günümüze kadar geldi.

Bir Kadınla Bir Erkek Yalnızca Yakın Arkadaş Olabilir mi?

Yıllardır tartışılan ama bir türlü uzlaşmaya varılamayan bir konudur bir kadınla bir erkeğin sadece yakın arkadaş olup olamayacağı. Bu konuya bilimsel verilerle yaklaşıp noktayı koyma zamanı geldi de geçiyor


Öncelikle bu sorunun günümüzde hala cevaplanamamış olmasının nedeninin görece yeni olmasıyla bağlantılı olduğunu söylemek gerek.

Öncelikle bu sorunun günümüzde hala cevaplanamamış olmasının nedeninin görece yeni olmasıyla bağlantılı olduğunu söylemek gerek.
Şöyle düşünün: Çok değil 200 yıl öncesine kadar, insanlar gündelik hayatlarının büyük bir kısmını kendi cinslerinden insanlarla geçiriyorlardı; erkekler sadece erkeklerle, kadınlar sadece kadınlarla.
Evliliğe kadar durum hep böyleydi, hatta evlilikten sonra bile büyük oranda erkek ve kadınların ayrı sosyal yaşamları vardı. Erkekler binlerce yıl önce diğer erkeklerle ava çıkarak günlerini geçirirken, modern zamanlarda sadece erkeklerin olduğu iş yerlerinde ve okullarda olurlardı. Kadınlarsa ilkel zamanlarda diğer kadınlarla ava çıkmaz, kampta veya evde kalıp oradaki işleri hallederlerdi.

Erkekler ve kadınların birlikte zaman geçirmeye başlaması ve böylece arkadaşlıklarının artması ise 1800'lerin sonlarında görülmeye başlandı.

Erkekler ve kadınların birlikte zaman geçirmeye başlaması ve böylece arkadaşlıklarının artması ise 1800'lerin sonlarında görülmeye başlandı.
Bu dönemde kadınlar, erkek egemenliğindeki iş alanlarına ve eğitim sistemlerine dahil olmaya başladı. Bunun sonucunda da bu iki cinsiyet, birbirleriyle romantizm veya cinsellik olmadan nasıl iletişim kuracaklarını çözmek zorunda kaldılar. Bundan 150-200 yıl sonra, bugün hala bu sorunu çözmeye çalışıyor sayılırız.

Bu kısa bilgi turundan sonra gelelim bilimsel araştırmaların bu konuda neler dediğine.

Bu kısa bilgi turundan sonra gelelim bilimsel araştırmaların bu konuda neler dediğine.
Bilim insanları uzun bir süredir "karşı-cins arkadaşlığı" konusunu inceliyor. Wisconsin Üniversitesi, konuyla ilgili yaptığı bir araştırma için 88 çifte sorular soruyor. Her bir çift kadın ve erkek ayrı ayrı odalara alınıyor ve arkadaşlarına karşı romantik bir şeyler hissedip hissetmedikleri soruluyor.

Bu araştırma neticesinde kadınların erkek arkadaşlarına karşı genelde böyle bir şey hissetmedikleri görülüyor.

Bu araştırma neticesinde kadınların erkek arkadaşlarına karşı genelde böyle bir şey hissetmedikleri görülüyor.
Erkeklerde ise durum oldukça farklı çıkıyor; çünkü büyük bir çoğunluğu diğer odadaki arkadaşının kendisine çekici/seksi geldiğini ve şuan bir şeyler hissettiğini, ya da arkadaşı yeşil ışık yakarsa hissedebileceğini söylüyor. Yani karşı cinsten arkadaşlar arasında, büyük oranda erkekler platonik olarak karşıdakine karşı romantik veya cinsel anlamda bir şeyler hissediyorlar.

Daha da ilginciyse, erkekler aynı zamanda bu hissin karşılıklı olduğu yanılgısına da düşüyorlar.

Daha da ilginciyse, erkekler aynı zamanda bu hissin karşılıklı olduğu yanılgısına da düşüyorlar.
Kadınlar, "Sizce arkadaşınız size karşı romantik hislere sahip midir?" sorusuna genelde "Değildir" cevabını verirken, erkeklerse "Sahiptir" cevabını veriyor. Hatta erkekler, arkadaşlıklarını bu yanlış tespitleri sonucunda bir adım ileri götürmek için ilk adımı atma konusunda da kadınlara kıyasla daha hevesli davranıyor.

O meşhur "friendzone" kavramı da tam olarak bu nedenle ortaya çıkıyor aslında.

O meşhur "friendzone" kavramı da tam olarak bu nedenle ortaya çıkıyor aslında.
Nitekim bilime göre kadınlar erkekleri yalnızca arkadaş olarak görebilirken, erkeklerse içten içe kadınlarla olan arkadaşlıklarının biraz daha ileri noktalara gitmesini istiyorlar. Yani iki taraf, iş karşı cinsle arkadaşlığa gelince baya farklı dünyalarda yaşıyorlar.

Özetle, bir kadınla bir erkeğin arkadaş olması bir hayli zor gibi duruyor; çünkü genelde erkek tarafı, gizliden gizliye daha fazlasını istiyor.

Özetle, bir kadınla bir erkeğin arkadaş olması bir hayli zor gibi duruyor; çünkü genelde erkek tarafı, gizliden gizliye daha fazlasını istiyor.
Tabii bu, karşı cinsler arasında hiçbir zaman arkadaşlık olamayacağı anlamına gelmiyor. Nitekim sosyologlar, kadınlarla erkeklerin gerçekten de arkadaş olabileceğini ve bunun iki taraf için de aslında oldukça faydalı olduğunu belirtiyor.
Örneğin karşı cinsle arkadaş olan bir insan, karşı cinsi nasıl etkileyebileceği konusunda arkadaşından oldukça faydalı bilgiler alabilir.

Fakat aynı sosyologlar, karşı cinsler arasındaki arkadaşlığın aynı cinsiyet arkadaşlıklarına kıyasla daha zor kurulduğunu, daha fazla iletişim ve şeffaflık istediğini söylüyorlar.

Fakat aynı sosyologlar, karşı cinsler arasındaki arkadaşlığın aynı cinsiyet arkadaşlıklarına kıyasla daha zor kurulduğunu, daha fazla iletişim ve şeffaflık istediğini söylüyorlar.
Aksi takdirde, genelde erkek olmak üzere taraflardan biri daha fazlasının olduğunu düşünmeye veya daha fazlasını istemeye başlıyor.
Şu da bir gerçek ki, çok başarılı evliliklerin veya romantik ilişkilerin de bazen sadece çok sağlam bir arkadaşlıkla başladığına dair pek çok örnek var. Yıllarca arkadaş olarak kalabilip, sonrasında iki tarafın da daha fazlasını hissettiği görülmemiş şey değil neticede. Tabii bu durum da, kadınla erkeklerin arkadaş kalamayacağı yönünde bir gelişme.

Nokta koymak gerekirse; bilime göre kadınla erkeğin arkadaş olarak kalabilmesi imkansız değil, ama çok kolay da değil.

Nokta koymak gerekirse; bilime göre kadınla erkeğin arkadaş olarak kalabilmesi imkansız değil, ama çok kolay da değil.
İkili arasındaki iletişimin ve şeffaflığın tavan yapmış olması gerek, o yüzden bu detaylara dikkat. Yoksa iki taraftan biri, ki bilime göre genelde erkek tarafı, "friendzone"a doğru yol alabilir, aman diyelim.
Bilimle kalın!

10 Kasım 2016 Perşembe

Donald Trump başkanlığında Amerikan halkının başına gelecek olan şeyler (Türkiye tecrübesi konuşuyor)

Buyurun, Donald Trump seçilirse, ortalama bir Amerikalı’nın tecrübe edebileceği 8 tanıdık süreç.

1. İnkar

business man with his head buried in the sand
Bu süreç, mevzubahis lider seçildikten sonraki ilk sene içerisinde yaşanır. Kilit cümlesi, “Valla benim tanıdığım kimse Trump’a oy vermedi, nasıl seçildi anlamadım“dır. Zira bu bir yıl içerisinde, içten içe Trump’ı beğenen insanlar, önceki politik iklimden dolayı bunu dile getirmekten çekinmişlerdir. Ortamlarda “Ben oy kullanmadım yea” der, geçerler. Kim bilecek? Ortalama bir Amerikalı, bu sorunun cevabını bulamadığı için, işi “Kesin sonuçlara şaibe karıştırdı, meymenetsiz herif” diyerek geçiştirir.

2. Tespit

02
İnkar süreci bittikten sonra, tespit süreci başlar. Bu genelde on ikinci ayla, on sekizinci ay arasında yaşanır. Bu altı aylık periyotta, mevzubahis liderin iktidarı altında geçen bir seneyle rahatlamış kişiler, olaylara belli başlı tepkiler vermeye başlamışlardır. Medya bir süre “Oha lan, ne dedi, Kansas’lı çiftçiye baya ‘Take your mother and leave’ denir mi yuh?” veya “Neymiş neymiş, ne little ship’i lan?” gibi tepkilerle baskı yapar, bu baskı lideri yıldırmaz, takipçileri de küçük küçük çıkıp “Ne var kardeşim, ben beğeniyorum bazı dediklerini” demeye başlar. İlk işaretlenmeler yapılmıştır.

3. İç Mihraklardan Destek Beklentisi

03
Amerika’da “Ordu göreve” gibi bir mantık olmadığından, bu noktada tecrübelerimiz ayrışıyor. Ama illa ki orada da Demokratlar ve ılımlılar, ellerine ABD bayraklarını alıp, Times meydanında protesto yapacak, ve illa ki bir iç mihraktan destek bekleyeceklerdir. Amerika için bu Cumhuriyetçi Parti’nin kendisi olabilir. John McCainLindsey GrahamSusan Collins gibi ılımlı Cumhuriyetçiler’in bir tepki vermesini, içeriden Trump’ı indirmelerini bekleyebilirler. Avuçlarını yalayacaklardır. Ok yaydan çıkmıştır artık.

4. Dış Mihraklardan Ayıplama Beklentisi

04
İşte bu noktada, “Ele güne rezil ettin bizi, görüyor musun” baskısıyla bir ar damarı aranacaktır. Bu da kuvvetle muhtemel ikinci yıl ile birlikte başlar. Mesela atıyorum, Justin Trudeau gelir, Trump’la çak yapmaz, ya da ne bileyim, Merkel masada karşısına değil de sağına falan oturtur, İngiliz başbakanı iki eleştirel laf eder… Köşe yazarları “rezil olduk efendiler” derler, misafirliklerde Trump’a oy verenler “Bak n’aptı, görüyor musun n’aptı seninki?” diye haşlanır. Ama onların umurunda olmaz, çünkü yavaş yavaş destekleyen taraf “Çekemeyen anten taksın, büyümemizi kıskanıyorlar” kıvamına gelmiştir. Dış mihrakların da bir tarafında değildir zaten afedersiniz.

DEVAMI İÇİN TIK'layın

25 Ekim 2016 Salı

Kendi videoklibinizi çekip nasıl Internet fenomeni olursunuz?

Sosyal Medya Paylaşımları Bizi Nasıl Ele Veriyor?

Facebook 1,7 milyar aktif abonesini her sabah "Ne düşünüyorsunuz?" sorusuyla karşılıyor. Çoğu psikiyatrist, psikolog, danışman vs de hastalarıyla seansa başlarken bu soruyu soruyor. Bir arkadaşımızı ya da yakınımızı biraz düşünceli gördüğümüzde biz de aynı soruya yöneliyoruz.

Peki sosyal medya paylaşımlarımız, kafamızdan geçenler bizi nasıl ele veriyor?

BBC Türkçe'de yer alan habere göre, sosyal medya üzerindeki aktivitelerimiz ruh halimizle ilgili pek çok bilgi içeriyor. Uzmanlar bireylerin, toplumların, ulusların, hatta genel olarak insanlığın "duygusal nabzını" tutmak için bu verilerden nasıl yararlanabileceklerini araştırıyor.

Paylaşımlar neye işaret ediyor?

Paylaşımlar neye işaret ediyor?
Sosyal medyada yazdığımız ve paylaştığımız şeyler ve bunu ne sıklıkta yaptığımız kişiliğimize ve yaşadıklarımıza dair çok şey anlatıyor.
ABD'de 555 Facebook üyesi ile yapılan bir araştırmada, dışadönük insanların, günlük yaşamları ve sosyal aktiviteleri ile ilgili paylaşımlarda bulundukları ve bunu sık sık yaptıkları görüldü.

Narsistler Facebook'u başarılarını yazmak ve statü güncellemeleri yapmak amacıyla kullanıyor

Narsistler Facebook'u başarılarını yazmak ve statü güncellemeleri yapmak amacıyla kullanıyor
Özsaygısı az olan insanların ise daha çok eşleri ya da sevgilileriyle ilgili paylaşımlarda bulunma, sinirli, nevrotik kişiler onay almak ve dikkat çekmek için Facebook'a girme, narsistler ise başarılarını, diyetleri ya da egzersiz programlarını sergilemek için statü güncellemeleri yapma eğilimi gösteriyordu.

Sık sık kendi fotoğraflarını paylaşanların psikopat özellikleri fazla

Sık sık kendi fotoğraflarını paylaşanların psikopat özellikleri fazla
Başka bir araştırma ise selfie şeklinde sık sık kendi fotoğraflarını paylaşanların genellikle daha narsist ve psikopat özellikleri olduğunu, kendi fotoğraflarında ufak tefek dijital düzeltme yapanların özsaygısının az olduğu sonucuna varmıştı.

Sosyal medya terapi amacıyla mı kullanılıyor?

Sosyal medya terapi amacıyla mı kullanılıyor?
Facebook'ta öfkeli bir not paylaşan ya da sabaha karşı umutsuz bir tweet atan herkes sosyal medya kullanımının aslında bir tür terapi içerdiğinin farkındadır.
Peki, bu durum insana yarardan çok, sorunları bir boşluğa haykırarak daha büyük yankıyla geri dönmesi etkisi mi yaratır?
Meksika'daki bir ruh sağlığı merkezi bu kanıda ve Facebook'un ucuz bir terapi alternatifi olmadığı konusunda halkı uyaran bir kampanya başlattı.
Fakat aslında bu boşluk sizi dinliyor ve yardımcı da olabilir. Araştırmacılar, insanların Facebook'taki statü güncellemeleri ya da Twitter paylaşımlarından yola çıkarak, örneğin intihar riskine dair ipuçlarının önceden tespit edilmesi üzerinde çalışıyor.

Tweetler incelenerek intihara meyilli insanlar tespit edilebilir

Tweetler incelenerek intihara meyilli insanlar tespit edilebilir
Kasım'daki zirvede bir sunum yapacak olan Avustralya'dan bir enstitü, bir bilgisayar programı yoluyla iki aylık tweetleri incelemiş ve intiharla ilişkilendirilen bazı terimleri aramıştı.
Bilgisayar programı ve araştırmacılar iki ayrı koldan risk unsuru taşıyan tweetleri sınıflandırdı. Her iki sınıflamanın örtüştüğü görüldü ve uygun bilgisayar programları sayesinde yardıma ihtiyacı olan insanların tespit edilerek aile ve doktorların uyarılması olanağına dikkat çekildi.
Instagram Depresyonu Ortaya Çıkarabilir mi?
Sevimli evcil hayvanlar ya da çok güzel görünen bir tabak yemek... Instagram'da paylaşılan birçok fotoğraf, "Hayat güzel" mesajı veriyor. Fakat son araştırmalar, sosyal medyadaki bazı fotoğrafların da...

Sosyal medyada görünür olmamak depresyon belirtisi olabilir

Sosyal medyada görünür olmamak depresyon belirtisi olabilir
Sosyal medyada görünür olmamak da ruh sağlığı sorunlarına işaret ediyor olabilir. Bluetooth kullanan bir uygulama programı ile gençlerin sosyal medya aktifliği gözlenebilir ve arkadaşlarıyla iletişimlerinin azaldığı zamanlar tespit edilebilir. Bu çoğu zaman depresyon belirtisi olabilir.

Sosyal medya başka duygusal eğilimleri gösterebilir mi?

Sosyal medya başka duygusal eğilimleri gösterebilir mi?
Toplumlar, uluslar, insanlık iniş çıkışları çoğu zaman birlikte yaşar. Avustralya'da Black Dog Enstitüsü ve bilim kurumu CSIRO "We Fell" (Hissediyoruz) girişimiyle bütün dünyanın duygusal nabzını tutmaya çalışıyor. Belli bir anda Twitter kullanıcılarının duygu durumunu tespit etmek için, duygusal terimleri içeren tweetler ve yüzde 1'lik rastgele örnek tweet ile dakikada 19 bin tweet inceleniyor.
Buradan hareketle oluşturulan harita, dünyanın farklı bölgelerinde sürpriz, sevinç, sevgi, üzüntü, öfke, korku gibi duygu durumlarını yüzdelikler halinde gösteriyor. Ülkedeki ya da dünyadaki gelişmelere göre bu duygu durumu farklılık kazanıyor.
İşte bütün bu nedenlerle, bir dahaki sefere sosyal medyada gezinirken, okuduğunuz ve paylaştığınız şeylerin sizinle ilgili ne tür ipuçları barındırdığını bilerek hareket edin.

21 Ekim 2016 Cuma

Mutlaka Bilinmesi ve İzlenmiş Gibi Yapılması Gereken 10 Film


Hep adını duyduğunuz ancak bir türlü izleyemediğiniz için lafı açıldığında muhabbete dahil olamadığınız, boynunuzu bükük bırakan en popüler 10 filmi, sizler için hızlıca ileri sararak özet çıkardık. İşte o filmler: 
 
1. Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Güneşi Gördüm) 2004, ABD 
  “Aşkı başka hiçbir yapıt bu denli içten, bu denli çarpıcı anlatamazdı…Belki biraz Çemberimde Gül Oya…Ama yok, Eternal daha güzel” Ece (22)  

Eternal Sunshine of the Spotless Mind, işin özüne bakacak olursak; senin benim gibi, kışın başına bere yakışmayan erkeğin bitmeyen çilesini anlatır. Üniversite çağlarında kız arkadaş konusunda basireti bağlanmış, 4 yıllık İngilizce İşletme mezunu Jim Carrey, okuldan sonra bir süre KPSS’ye hazırlanır ancak işler umduğu gibi gitmez. Güç bela bir sigorta şirketine uzman yardımcısı olarak kapağı atmasının ardından yıllar geçer, arada askerliğini halleder. Geriye bir tek evlilik kalmıştır. Tam da annesi ona ataması yapılmış, Balıkesirli bir sınıf öğretmeni aday bulacakken hayatında ilk kez turuncu saçlı bir kızın ona ilgi göstermesi sonucunda kızın peşine gider (ki hangimiz gitmezdik zaten?) Kız türlü oyunlarla oğlanı sonunda elinde oyuncak eder. Filmin ana fikri, annene elini öptüremeyeceğin kızla ilişkiyi ciddiye bindirmemek gerektiğidir. Alt metinler okunacak olursa da; temiz yüzünün etkisine kapılıp bir tek filmde Frodo’yu canlandırdı diye Elijah Wood’a gereğinden fazla güvenmemek gerektiği ortaya çıkar. burası soğuk soğuk odalar
(- bi ses duydun mu sen de? – Galiba altımızdaki buz çatlıyor…) 

  2. Requiem for a Dream (Rüyanız Hayrolsun) 2000, ABD 
  “Aayy! O kolunun şey olduğu sahne var ya, orası çok fenaydı yaa! Ay soundtrack’i çok güzeldi bi de di mi? ” Ceyda (21)

Şeker hastası anneleri için bir şırıngacık insülin bulabilmek uğruna ömürlerini heba eden bir grup gencin başından geçenleri anlatan bir dram. “Abi super light’a geçtim, öksürüğüm kesildi, Kurban’da bırakıyorum ben bu mereti” diyen bir anlayışa sahipseniz, filmin pek de size göre olmayabileceğini söyleyelim. Filmin dillere pelesenk olmuş soundtrack’i Karayip Korsanları’nın film müziklerinden de tanıdığımız Show TV Ana Haber’den Korcan Karar’a ait. o sonuncuyu sarmayacaktık
(- canım acaip tatlı çekti lan…) 

  3. Oldboy (Aile Bağları) 2003, Güney Kore 
  “Chan-Wook Park çok iyi ama Kim Ki Duk’un sinema anlayışı bambaşka, bak Ji-Woon Kim’i de mutlaka takip et derim ben” Ada (27) 
“Chun-Li vardı lan…” Ekrem (İç Ses) (28)
  Kardeş sevgisi üzerine kurulu, ailecek izlenebilecek bir başyapıt. Son zamanlarda gittikçe yayılan o anlamsız Kore sineması takipçilerinin yanında hiç değilse bir kelam edebilmeyi sağlayan film, alışageldiğimiz Asian örneklerinden bir hayli farklı (beklentiyi yükseltmeyin normal film bu) yaklaşmayın yoksa kafama çekiçle vururum!
(- son kez söylüyorum: dışarıya takım verilmez!) 

  4. Tüm Nuri Bilge Ceylan Filmleri, Türkiye 
  “Ama tabi Türkiye’yi de asla yabana atmamak lazım. Bir Zeki Demirkubuz, bir Nuri Bilge Ceylan…Nuri Bilge’nin o fotoğrafsı dilini seviyorum ben, efekt yok, süsleme yok, görüntüye dayalı sinema…en vurucu olanı bence” Ada (27)

“Mister Bison’a ilk raunt perfect çekersen sinirleniyodu… Bırakıcaksın birkaç tane vuracak” Ekrem (İç Ses) (28) 
  Nuri Bilge Ceylan filmi seyretmek her şeyden önce çelik bir irade ve peygamber sabrı gerektirse de, bugün sinema konusunun açıldığı her ortamda adının mutlaka geçmesinden mütevellit, dayanılması gereken zorlu bir sınavdır. Dimağınızda film izlemekten ziyade “lan amma sürdü bu power point sunumu” etkisi bırakan yapıtlarda konuşmalar azdır. Dikkatlice dinlendiğinde uzaklara giden oyuncunun “Nuri Abiiiiii! Abi daha gidiyo muyum ben böylece? Çıkmış olmıyım artık kadrajdan?” dediği duyulabilir. “Yahu Nuri Bilge de kapı gıcırtısına film çekiyor ho-ho-ho” biçimindeki sığ espriler, çok içilen ortamlarda belki denenebilir. 
  5. A Clockwork Orange (Şeker Portakalı) 1971, ABD 
  6. Fight Club (Kan Sporu) 1999, ABD 
  7. V for Vendetta (Maskeli Beşler İngiltere’de) 2006, ABD 
  “Bu sistem üstüme üstüme geliyor, eziyor beni, daraltıyor…İçimde bir Tyler Durden var, biliyorum, tüm sistemi yok edebilecek, parlamentoları patlatıp dağıtacak…Alex gibiyim biraz aslında, bolca süt ve en yüksek seste 9.senfoni…” Eylem (26) 

“Yok, yok Ada güzel kız ama Eylem daha iyi. Alex’i biliyo lan bi kere en azından, Karabük maçına birlikte gidelim desem mi?” Ekrem (İç Ses) (28) 
  Hah, efsane üçlüyle karşılaştık sonunda. Nerede bir sistem karşıtı, nerede bir gönlünü anarşizme kaptıran varsa dillerden düşmeyen üçlü budur işte. Bağımsız sinemaya varmadan önceki son çıkıştır bu üç film. Bundan sonrası Sundance’in festival filmlerine dek varabilir. Ortamda bu üç filmden birinin konusunun açılması halinde temel olarak izlenebilecek yol “Ohooo Hollywood’un içinden çıkan filmden sistem eleştirisi bekliyorsunuz gençler” diyerek Proudhon’dan, efendime söyliyim Bakunin’den bahsetmek olabilir ki bunu ilerleyen dönemlerde “Kızlı ortamlarda okumuş gibi yapılası en baba 10 filozof” dersimizde inceleyeceğiz. bu peruk yakışmış mı
(- doğru söyle bak bu peruk yakışmış mı?) 

  8. Donnie Darko (Durgun Don) 2001, ABD 
  “Yok ya Donnie Darko çok abartılıyor bence, o kadar da değil” Çiğdem (25)  

Abartılıyor da niyçün her sinema sohbetinde konu illa ki Donnie Darko’ya geliyor? Kime sorsan “overrated” kime sorsan “ya ben anladım aslında ama abartıldığı kadar değil”… Ama nerede sinema, orada Donnie Darko! Yanlış anlamadıysam bir tavşanın zamanda-uzayda-mekanda-bilmem kaçıncı boyutta yolculuğunu anlatan film, ne yazık ki benzer bir konuya ama çok daha sevimli bir tavşana sahip bir Space Jam kadar keyif vermiyor. 
  sinemaya kuzeniyle gelen kız
(- ilk buluşmaya kuzeniyle geleni gördüm ama sen çok başka çıktın…) 

  9. Mulholland Drive (Şaşıfelek Çıkmazı) 2001, ABD 
  “Ay hiçbi şey anlamadım ben bu filmden” Burcu (24) 

Ada’yı da, Eylem’i de, Çiğdem’i de bir yana bırakıp derhal, vakit kaybetmeden Burcu’yla evlenin. Onu evinizin kadını, hayat arkadaşınız, yoldaşınız yapın. O sofrayı kurarken ansızın “Bitanem koş Tosun Paşa başladı!” diye bağırın. Mutlu, mesut, basit yaşayın. Karışıklık algınız Bruce Willis’in aslında ölü olduğunu fark ettiğiniz noktaya kadar varsın, ötesini kurcalamayın. Çandarlı’da bir yazlık ve huzur dolu bir emekliliğe yelken açın. Uslanmaz bir David Lynch takipçisi olan arkadaşınız bugün en havalı, en rastalı kızı elde etse de unutmayın ki kimse –hele ki bir rastalı- Burcu kadar güzel ıspanaklı börek yapamaz. Ve unutmayın ki kucağa alınan her torun her seferinde “elmas niiirdeee” deyişinize güler… 
  o ayakkabıyı istiyorum
(- o bluzu istiyorum! – ben de!) 

  10. The Big Lebowski 1998, ABD 
  “He he” Ekrem (28) “Eheheeheheh Heh he” Ekrem (28) “Eheheheahaajajsndjaksnknsnjopofew!” Ekrem (28) 
  Bunu anlatmakla olmaz. Bir şekilde bulup buluşturup izleyin, hatta gelin beraber izleyelim. o ayakkabıyı istiyorum  
(- hayır ben şunu anlamıyorum arkadaş nasıl her hafta tek maçtan yatıyoruz ya!)

Sen çok iyi bir insansın ama senle olmaz!


Kadın zor günlerde omzuna yaslanacak 'hoş bir adam'ın arkadaşlığını her zaman ister. Ama bu adam kadının gözünde asla 'seksi ve heyecan verici' bir erkek olamayacaktır.

Siz aslında son derece efendi ve düzgün bir insansınız ama o kız sizi değil de öteki karaktersiz adamı seçti.

Bu duyguyu erkekler iyi bilir: Siz aslında son derece efendi ve düzgün bir insansınızdır. Yakışıklı ve kibar olduğunuzu söylemeye hiç gerek yok. Ama haftalardır peşinde koştuğunuz o kız sizi değil de öteki tipsiz ve yalancı adamı seçti.

Neden? diye sorduğunuzda ise şöyle bir cevap alırsınız:

"Sen çok iyi birisin ama ben seni arkadaş olarak seviyorum.."

"Tanrım bu kadınlar ne kadar da garip?" diye düşündünüz. Dürüst ve kibar bir erkek istediklerini söylerler sonra da en alakasız tipleri seçerler. İlişkilerinin hep hüsranla sonuçlanmasına şaşmalı mı? 

"Şimdi hazır olun çünkü size duymaktan pek de hoşlanmayacağınız bazı sırları bir kadının ağzından duymak üzeresiniz..." diyen 'Yahoo! Personals' uzmanı April Masini konuyu şöyle açıklıyor:

Bir defa sizin 'efendi' bir adam olmanız kadınların indinde sıkıcı ve sıradan biri olacağınızı anlamına gelir. Sözlüğe bakın, bu kelimenin anlamı şöyle: uyumlu, sakin ve tatmin edici. Yani hiç sıradışı bir tip değilsiniz, heyecan verici hiç değilsiniz ve .. maalesef seksi değilsiniz. Çünkü 'efendi' adamların 'seksi' olmaları pek rastlanan bir durum değildir.

EFENDİ ADAM 'İYİ ARKADAŞ' OLUR, SEVGİLİ OLAMAZ!

Ama bir kadının 'en yakın' arkadaşı olarak, omzuna yaslanacağı ve diğer erkekleri çekiştirebileceği bir arkadaşa ihtiyacı da vardır ve şansa bakın ki bu arkadaşların da 'efendi' bir erkek olmaları tercih edilir.

Bu tür 'efendi' adamlar kadına pek de heyecan vermiyor. O zaman da 'kimya' tutmuyor. Lütfen yanlış anlamayın: kadınlara yanlış davranıyor değilsiniz. Saygısızlık falan ettiğiniz de yok. Ama hoşlandığınız kadın size "Çok hoş bir insansın ama.." diyorsa, kendinize biraz daha fazla saygı duymanız gereken bir durumdasınız demektir.

Kadına pek de önem vermeyen bencil adam, niçin en sonunda kadını elde eden adam olur?

Cevap çok basit: 'Efendi' arkadaş çok yakında gelecek ve kadını teselli edecektir de ondan. Kadına ilgi gösterip onu şımartacak bir erkeği el altında bulundurmayı her kadın ister. Fedakar ve güvenilir bir arkadaş olarak ondan iyisi bulunmaz zaten.

Ama kadının güvenini kazanmak ve ona nazik davranmak için yani 'efendi bir adam' olabilmek için çaba sarfeden erkeğin, kadının gözünde 'kendine güvensiz, umutsuz ve kadının ilgisine muhtaç' bir görüntü verdiğini bütün kadınlar bilir de hiç biri bunu yüzünüze söylemeyecektir. Çünkü 'hoş ve fedakar' bir arkadaşı kaybetmeyi kim ister ki? Ve bu zavallı adamın kendisine duyduğu saygıdan daha fazlasını kadından görmesi beklenemez.

Kadınlar esas olarak 'kendine güvenen' bir partner arayışı içindedirler. İnsanın doğası böyle: bir şeyi elde etmek için ne kadar çok çaba harcarsak ona o kadar çok değer veriyoruz. Serseri çocuğun 'hoş çocuk karşısındaki avantajı da burada yatıyor işte: O kendisine güvenli ve pervasız olduğu için kadın onun ilgisini çekmek ister. İlgisini zaten kadına yöneltmiş olan 'efendi' çocuğun bu rekabette şansı yok.

Ve 'efendi' çocuk olmaktan sıkılan ve biraz da 'pervasız' adam rolünü takınarak kadınlar karşısında şansını denemek isteyen erkeklere elbette bir tavsiyemiz olacak.

Öyle bir tavır takının ki kadına şu mesajı verin:

"Gerçekten hoş bir kadınsın, seninle birlikte olmak isterim. Ama o kadar meşgulüm ki.. Yapmam gereken o kadar çok önemli iş var ki... Üstelik hayatımda çok heyecanlı şeyler de oluyor ve onları kaçırmak istemiyorum!" 

Rolünüzü iyi oynayabilirseniz bir sonraki aşk filminde esas oğlan siz olabilirsiniz.

İyi şanslar!

INTERNET bağımlısından seks beklemeyin!

Avrupa Aile Terapisi Birliği Başkanı Prof. Dr. Kyriaki Polychroni: “Elinde sürekli telefon olan insanlardan, internet bağımlılarından nasıl seks yapmalarını beklersiniz.”

 
Avrupa Aile Terapisi Birliği Başkanı Prof. Dr. Kyriaki Polychroni, bir dizi konferansa katılmak için Türkiye’deydi.
Günümüz evliliklerini ve değişen aile değerlerini yorumlayan Polychroni, Türkiye’nin artan boşanma oranlarına dikkat çekerek “Türkiye ciddi bir geçiş sürecinde ve bu süreçte çiftler birbirlerine nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Modern kültür size çeşitli araçlarla bireyselliği öğretiyor ama içinde yaşadığınız kültürün özünde bu yok” ifadelerini kullandı. 

Polychroni, teknoloji bağımlısı haline gelen bireylerin cinsel yaşamının da kötüye gittiğine işaret ederek, “elinde sürekli telefon olan insanlardan, internet bağımlılarından nasıl seks yapmalarını beklersiniz” diye konuştu.

– Evlilik kurumunun kavram kargaşası yaşadığı bir dönemden geçtiğimizi söylemek doğru olur mu?

Evet. Geçmişte insanlar hayatla mücadele etmenin bir yolu olarak evlenir ve çocuk yaparlardı, çünkü hayat, tek başına taşıyabilmek için fazla ağır olarak algılanırdı. Bugünse kişi birey olarak, hayatla tek başına da mücadele edebilmeyi öğrendi. Diğer yandan evlilik kişiye kendini daha güvende, daha güçlü ve daha otonom hissettirir, tabii kişi insanlarla iletişim halinde olduğu sürece! Günümüzde insanlar arası geleneksel iletişim de koptuğu için bu duygulara da gerek kalmıyor, dolayısıyla evlilik önemini yitiriyor.

– Avrupa ülkelerinde uzun zamandır süregelen devlet teşviki evlilik oranlarının artmasını sağlayabildi mi?

Hayır, sağlayamadı. Tüm teşviklere rağmen birlikte yaşamak evliliğe tercih ediliyor. İnsanlar büyük oranda, çocuk olması durumunda evleniyor. Ama gözlemlediğim kadarıyla, evli çiftler arasında, birlikte yaşayanlara göre daha fazla bağlılık duygusu var. Yine de şunun mutlaka altını çizmek lazım, evlilik bir zorunluluk değil, bir seçim olmalıdır. Çünkü yalnızca iyi bir evlilik bireye de çocuğa da iyi gelebilir.

– Günümüzde evliliklerinde yaşanan temel ve evrensel sorunlar nelerdir?

Bence en önemli sorun evlilik kavramının bir geçiş döneminde oluşu. Geleneksel davranış kalıplarından modern davranış kalıplarına doğru bir geçiş bu. Çiftler birbirlerine nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Eskiden bildiğimiz erkek iyi bir tedarikçi, kadın ise ev işiyle ilgilenen kişiydi. Şimdi bireyselliğin getirmiş olduğu nedenlerle roller net değil. Evli çiftler arasındaki en büyük sorun ise “sen, beni yapmak istediğim şey konusunda kısıtlıyorsun, durduruyorsun” düşüncesidir.

– “Geçiş dönemi” kavramı, en çok da Türkiye gibi ülkeler için geçerli sanıyorum.

Evet kesinlikle. Türkiye de ciddi bir geçiş sürecinde ve bu süreçte çiftler birbirlerine nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Modern kültür size çeşitli araçlarla bireyselliği öğretiyor ama içinde yaşadığınız kültürün özünde bu yok.

– Cinsel sorunlar da ailenin önemini yitirmesinde etkili oluyor mu?

Elbette, çok etkili. Çiftler üzerinde hem çevre tarafından, hem de birbirleri tarafından yaratılan büyük bir baskı var. Çiftler birbirlerinden çok şey bekliyorlar ve bunların olmaması hayal kırklığı yaratıyor. Bu da direkt cinsel yaşama yansıyor. Unutmayın ki seks sadece seks değildir, aynı zamanda bir iletişim biçimidir. Ve çiftler, aralarındaki iletişimi kaybetmeye başladığında seks de yok olur. Elinde sürekli telefon olan insanlardan, internet bağımlılarından nasıl seks yapmalarını beklersiniz!

– Burada siz aile terapistleri devreye giriyor olmalısınız.

Evet, yıllar içinde aile terapistine başvuran çift sayısında çok hızlı bir yükseliş var. Ben sorunu kişinin kendisinde aramam. Çünkü bir ailede sorun kişide değil, ilişkinin kendisindedir. Diğer yandan ailenin sorunlarının ortaya çıkmasında çocuğun içinde bulunduğu durum çok önemli bir göstergedir. Çünkü çocuklarda ortaya çıkan sorunların büyük bir nedeni anne ve babanın arasındaki ilişkiden kaynaklanır.

– Türkiye gibi toplumlarda çocukların yaşadığı en temel sorunlar nelerdir size göre?

Geleneksel toplumlar fazla çocuk merkezli. Çocuğun en büyük sorunu fazla korumacı anne babadır. Çünkü geleneksel aile yapısında çocuk en önemli varlık nedeni gibi algılanıyor. Bu durum büyük bir baskı oluşturuyor çocuk üstünde, ve çocuk bu baskıdan kaçmanın yollarını ararken kendine zarar verecek davranış biçimlerine de yönelebiliyor.

– Kriz dönemlerinde ailenin nasıl bir rolü var?

Ülkem Yunanistan çok zor bir dönemden geçti ve hala geçmeye devam ediyor ve aile burada çok çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü insanlar işlerini kaybediyor, yalnız olsalar bununla başa çıkmaları çok zor olacaktı ama aileleri sayesinde destek görüyorlar. Diğer yandan yetişkin çocuklar da eve geri dönüyor, anne babaları onlara kucak açarak ekonomik sorunlarının üstesinden gelmelerini sağlıyor. Kısacası aile, kriz döneminde bireyin en büyük desteği durumunda.

Aşık Olmak İçin Kaç Tweet Lazım?

 
İki kişinin birbirine aşık olabilmesi için 224 tweet yeterliyken bu tweet’lerin 140 karakterden oluştuğunu göz önüne alındığında bu toplamda 39 sayfalık bir kitaba denk geliyor
 

Sosyal ağların, fotoğraf ve video paylaşmak, gündemi takip etmek dışında gerçek hayata direkt bir etkisi daha var; aşk da sosyal medyadan bulunabiliyor. PIXmania’nın araştırmasına göre, bir çiftin birbirine aşık olabilmesi için 224 tweet ve 70 Facebook mesajı yeterli oluyor.

Sosyalmedyaco’nun Telegraph‘ın paylaştığı araştırmaya dayandırdığı haberine göre Twitter, İki kişinin birbirine aşık olabilmesi için 224 tweet yeterliyken bu tweet’lerin 140 karakterden oluştuğunu göz önüne alırsak bu toplamda 39 sayfalık bir kitaba denk geliyor. Aynı zamanda bu tweet’lerin hiç aralıksız atıldığını varsayarsak bu flörtün mutlu sonla bitmesi 24 günü buluyor.


 
Diğer yandan 55 yaş ve üstü çiftler eski flörtleşme yöntemleri ile birbirlerine aşık olduklarını iki buçuk ayda anladıklarını söylüyor. Bu da sosyal ağlar ve modern teknolojinin kişilerin bir ilişkiye başlamasında eski usullere nazaran iki kattan fazla hızlandırıcı bir etkisi olduğunu gösteriyor.
Twitter, dijital aşkın merkeziyken bir çiftin romantik bir ilişkiye başlaması için 70 Facebook mesajı, 163 SMS, 37 e-posta ve 30 telefon görüşmesi gerekiyor. Bu rakamlar modern teknolojinin flörtleşme sürecinin hızlandırdığını ve ilişkilerin daha hızlı bir şekilde resmileşebildiğini anlamamız için yeterli.

Bunlara ilaveten araştırmaya katılan erkekler ilgilendikleri kadın kullanıcılara sosyal ağlardan yılda ortalama 517 mesaj gönderdiğini söylerken kadın kullanıcıların gönderdiği mesaj sayısı 386′da kalıyor. Ayrıca katılımcıların %68′i ilk randevudan ortalama dört saat sonra sosyal ağlardan mesaj göndermeye başladıklarını söylüyor.

Sosyal medya aşkı körüklüyor gibi gözükse de modern dünyanın modern çiftleri ilişkilerini bu kanallardan bitirmeye de daha meyilli. Katılımcıların %36′ı ilişkilerini telefon ile bitirdiğini söylerken %27′si kısa mesajla sevgilisinden ayrıldığını belirtiyor. Diğer yandan %13′lük bir kesim ise sosyal medya aracılığıyla ayrılık kararını duyurduğunu itiraf ediyor.