Uzaylıları Neden Hâlâ Keşfedemediğimize Dair 5 Teori
İnsanların büyük bir kısmı, başka
gezegenlerdeki yaşam olasılığı konusunda takıntı sahibi. Bunun bir
sonucu olarak, uzaylı medeniyetlerle alakalı sayısız film, kitap ve tv
dizisi üretmiş durumdayız. Dahası hatırı sayılır sayıda insan,
uzaylıların var olmakla kalmayıp gezegenimizi sürekli ziyaret ettiği,
çiftlik hayvanlarımızı kaçırdığı ve hatta bazılarımıza tecavüz ettiği
(!) inancına dayalı bir alt kültür bile oluşturmuş durumda.
Fakat içtenlikle ve neredeyse büyük bir
kesinlikle söyleyebiliriz ki, henüz herhangi bir Dünyalı warp motorlu
uzay gemilerini ya da Crab Nebulası’ndaki küçük göğüslü uzay kadınlarını
görmedi. Belki de hiç göremeyecek. Çünkü uzaylılarla tanışma
ihtimalimiz olmayabilir. Neden mi? Açıklayalım:
Büyük İhtimalle Fazlasıyla Dünya Dışı Yaratık Gibidirler
Dünya dışı yaratık anlayışımız,
bariz bir şekilde Dünya’daki yaşamdan esinlenmiş durumda. Bilimkurgu ve
fantastik eserlerin hemen hemen hepsinde insan olmayan ırklar insansı
bir şekilde resmedilmiştir; Uzay Yolu serisinden bildiğimiz Klingonlar teknik olarak kızgın uzaylı mağara adamlarıyken, Vulcanlar
neredeyse tamamen insan görünümünde. Luke Skywalker ve Han Solo, 70’li
yıllardan kalma dünyalı beyaz adamlara benzeseler de aslında birer
uzaylıdırlar. Mass Effect serisinden Asari ise deri altı rasta saçlı
mavi Şirinleri andırıyor. History Channel’ın UFO programlarında
gördüğümüz sözde UFO görgü tanıkları bile uzaylıları tıpkı insanınki gibi kafa, kol, bacak ve gözlere sahip şekilde tanımlıyorlar. Alien serisindeki Xenomorphlar
da, insan figüran tarafından oynanabilmeleri için insana
benzetilmiştir. Sözün özü şu ki, zeki canlıyı bir şekilde insan
formunda tasvir etmek gibi bir eğilimimiz var.
Gerçekteyse yaşama ev sahipliği
yapabileceği düşünülen herhangi bir yıldız kümesinde canlılığın nasıl
bir şey olacağını bilmiyoruz. Örneğin bir gezegendeki baskın yaşam
formu, neon gazı ve uzay şimşeğinden oluşan bir osuruk bulutu olabilir.
Atonal ıslıklarla, etraftaki hava sıcaklığını değiştirerek, hatta belli
kokular salarak birbirleriyle konuşuyor olabilirler ki açıkçası bu
üçüncü yöntem insan türünün kimi bireylerinde de zaten gözlenmektedir.
Başka bir deyişle, Dünya’da yaşamın
temeli olan karbon tabanlı sistem, tüm evrende geçerli olmayabilir.
Uzaylıların gezegeninde karbon atomu bulunmayabilir bile. Yani uzaylı
medeniyetlerle şimdiye kadar karşılaşmadığımızı düşünmemizin sebebi,
karşılaştığımızda onların uzaylı olduğunu anlayamamamız
olabilir. Uzaylıların fiziksel olarak insana çok benzediğini kabul etsek
bile, onların düşünme biçimleri hız ve tepki açısından bizimkinden çok
farklı olabilir. Bu konu Carl Sagan‘ın ünlü romanı ve film uyarlaması Contact‘te de
işlenmiştir. İnsanların, uzaylılar tarafından gönderilen tek bir
cümleyi çevirmesi aylar, yıllar alabilir. Uzaylılar 70 yıldır bize aynı
cümleyi tekrar tekrar gönderiyor olsalar, biz sinyal kirliliği sanıp es
geçiyor bile olabiliriz.
Belki de Bize Müdahale Etmek İstemiyorlar
Bizle iletişim kurabilecek kadar ileri
bir uygarlık olduğunu varsayalım, ama bizim gezegenimizi yok etmek veya
altınlarımızı kaçırmak istemesinler. Yine de bizimle iletişime geçmek
istememelerinin önemli sebepleri olabilir. Eğer daha önceden Uzay Yolu
dizisini izlediyseniz Atılgan filosunun uymak zorunda olduğu (ve yaklaşık 8 defa ihlal ettiği) Birleşik Federasyon’un birinci direktifini biliyorsunuzdur.
“Bilinç sahibi ırkların, normal
kültürel evrimlerine göre yaşama hakkı kutsaldır, hiçbir mürettebat
diğer canlıların normal ve sağlıklı gelişimine müdahale etmeyecektir.
Yüksek düzeyde bilgi, güç ve teknolojinin onu doğru kullanma
kapasitesinde olmayan dünyalarla paylaşılması, bu kısıtlama
kapsamındadır… Bu emir tüm diğer emir ve uygulamaların üstündedir ve en
yüksek ahlaki sorumluluktur.”
Kısaca sonucu ne olursa olsun, Atılgan
diğer gezegenlerdeki yaşama hiçbir şekilde müdahale edemez. İki uzaylı
ırkın savaşında taraf tutamaz ve onları lazer topları ile
silahlandıramaz. Aynı şekilde açlıkla boğuşan bir köye uzay kekleriyle
dolu koliler yollayamaz. Gerçekten de bu direktif yüzünden birçok
medeniyetin birbirini yok etmesine izin verilmiştir. Dünya dışı
canlılarla ilgili böyle bir teori gerçekten de mevcuttur. Hayvanat Bahçesi Hipotezi denen
bu hipotez, Dünya’nın doğal gelişim ve evrimini bozmamak için
müdahaleden kaçınan gelişmiş uzaylı ırkların varlığını kabul
eder. Uzaylılar, bizler onların belirlediği bir seviyeye ulaşana dek
bizi sadece izleyecekler, biz yeterince olgunlaşınca zamanda yolculuk
yapabilen roketlerinin sırlarını bizimle paylaşacaklar.
Bu uzaylılar ne kadar dallama değil mi?
Belki de değil… Ne kadar iyi niyetle olursa olsun, hayırseverlik bazen
hiç öngörülemeyen şekilde geri tepebilir. Kuraklığı ve geri
kalmışlığıyla bilinen Etiyopya’da hayat standartlarını
yükseltmek için birçok proje uygulandı. Bu projelerden biri de evlere
şebeke suyu bağlanmasıydı. Bu projeyle bebek ölümleri önemli oranda
düştü, böylece nüfus patlaması ve barınma sorunu ortaya çıktı. Nüfus
artışıysa daha fazla kaynağa ihtiyaç duyulması demek ve maalesef
musluklardan para akmıyor. Hayatta kalmayı başaran çocuklar
büyüdüklerinde açlıkla karşı karşıya kaldı. Kısacası bir problemin
çözümü daha kötü başka problemlere yol açtı.
Hayvanat Bahçesi Hipotezi açısından
bakarak, uzaylıların karanlık çağ döneminde Dünya’yı ziyaret ettiğini ve
insanların üzerine uzay yengeçleri salmadığını düşünelim. Bunun yerine,
kendi kendini şarj edebilen ay küpü teknolojisini ve
bizi kaynaklar için bir daha mücadele etmek zorunda
bırakmayacak gelişmiş sulama teknikleri getirmiş olsunlar. Uzaylılar
geri dönerken, insanlara tükenmeyen kaynaklar bıraktıkları için gönül
rahatlığı içinde olacaklardır. Ardından Dünya’daki nüfus kısa sürede çok
artacak; bu kez savaşımız petrol için olmayacak ama barınma sorunu
yüzünden ay küpü lazerlerimizi birbirimize doğrultacağız. Uzaylı
dostlarımız 100 yıl sonra durumumuza bakmak için geri döndüğünde
yıkılmış bir dünya ve cesetlerimizle karşılaşacaklar. Kara
kara İntergalaktik Topluluğa sunacakları raporu düşünecekler. Uzaylıları
böyle bürokratik sorunlarla üzmek istemeyiz elbette, onlar da
istemeyeceklerdir. Ancak tek sebepleri bu olmayabilir…
Uzaylıların Vaktini Almaya Değmeyecek Kadar Değersiz Olabiliriz
İvmelenen Getiri Yasasına (Law of Accelerating Returns)
göre bir medeniyet teknolojik adımlar atmaya başladığında, gelişmişlik
seviyesi kısa sürede üstel olarak artacaktır. Örnek vermek gerekirse
insanlar binlerce yıldır bu dünyada takılıyor ama en büyük
ilerlemelerini son yüzyılda yaptı. Bu gelişmelerin her iterasyonu bir
öncekine göre daha kısa sürede gerçekleşmiştir; bilgisayarsız dönem ile
ilk bilgisayarların yapılmasına kadar zaman, iPhone 4 ile iPhone 5
arasındaki zamandan çok daha fazladır. Her bina inşa edişimizde çivi ve
çekiçleri tekrar icat etmeyiz, var olan aletleri daha
verimli kullanmanın yollarını deneriz.
Şimdi aynı mantığı ileri gelişmişlik düzeyine ulaşmış, yıldızlar arası mesafelerde dolaşabilen uzaylılar için uygulayalım. Eğer uçan daireler
teknolojik gelişimin son aşamaları ise, uzaylılar teorik olarak
İvmelenen Getiri Yasasının çoktandır keyfini çıkarıyorlar demektir.
Dünyanın son 50 yıllık teknolojisini alır 300 veya 400 ile çarparsak
yıldızlar arası seyahat edenlerin teknolojilerine ulaşabiliriz. Halbuki
biz mikrodalga fırında pizza ısıtan insancıklar olarak onlara ne
verebiliriz ki?
Bizim kırmızı balıklarla konuşmak için
vakit harcamadığımız gibi, uzaylı medeniyeteler de bizimle vakit
harcamak istemiyor olabilir; birbirimize aktarabileceğimiz çok fazla şey
olmayabilir. Belki de boyut değiştirebilen ay kertenkeleleri gezegenimizdeki zeki yaşamı fark etti ve zeka parmaklarıyla rubik küp çözme
işine ara vererek zaman yolculuğunun önemli noktalarını insanlığın en
zeki bireylerine anlatmaya başladı. Sonra da farketti ki bunları
anlattığı ırkın mensupları, otomat makinesinden film kiralamayı daha 3
sene önce akıl edebilmişti. Büyük bir hayal kırıklığı içinde uzay
gemilerine döndüklerinde Galaktik Ağ sistemine bağlanıp Dünya’yı Birleşmiş Gezegenler Federasyonu aday listesinden çıkaracaklardır.
Geldiklerinde Çoktan Ölmüş Olabiliriz
Uzaylıların varlığından bahsederken
genelde, milyonlarca gezegenin en az biri üzerinde iletişim
kurabileceğimiz yeşil adamların bulunma olasılığını kastediyoruz. Ama
bir olguyu gözden kaçırıyoruz: Zaman.
Düşünün bir kere; Dünyamız, biz üzerinde
görünmeye başlamadan 4 milyar yıl önce de vardı. Belki o zamanlar
civarda bir uzaylı uygarlığı da gelişmişti ve uzay yolculuğu
konusunda ilerleyip bizi ziyaret etmişlerdi. Belki de Dünya’da büyük
salak dinozorlarla karşılaşmışlardı. Yani iki ayrı zeki ırkın fiziksel
olarak yakın çevrelerde ortaya çıkması yeterli değil, yakın zamanlarda
hayat bulmaları da gerekir.
Çok da olumsuz düşünmeyelim ama büyük
olasılıkla bu ırklardan biri diğerinden önce yok olacak. Uzun zamandan
beri hevesleri kursakta bırakmayı huy edinen bilim insanları, Kıyamet Günü Argümanı diye
bir şey uydurdular. Bu istatistiksel denklem şimdiye kadar doğmuş
insanların sayısından yola çıkarak gelecekteki insan popülasyonunu
tahmin etmeye yarıyor. Bu formüle göre insanlık, yıldızlar arası
seyahatleri gerçekleştiremeden ya da uzaylılar uçan dairelerle gelip
bize yeşil yüzlerini göstermeden çok önce yok olmuş olacak.
Denklem insanlığın önümüzdeki 9000 yıl
içinde yok olma potansiyelini %95 olarak belirlemiş. Büyük kozmik bir
çerçeveden baktığımızda çok da uzun bir süre değil. Eğer uzaylılarla
tanışmak istiyorsak acele edip, yıldızlar arası seyahat teknolojileri
geliştirmeliyiz. Biliyoruz ki onların bizle iletişime geçme gibi bir
hevesi yok.
Dünya milyarlarca yıldır uzayın
siyahlığında dönen görece genç bir gezegendir. İstatistiksel bakarsak,
trilyonlarca gezegen üzerinde zeki varlıkların yaşamı binlerce yıl
önceden başlamış olabilir. Eğer şimdiye kadar süper uzay gemileri
yapmadılarsa büyük ihtimalle bundan sonra da yapamayacaklardır.
Yıldızlar arası seyahat edebilecek olsak bile, Kıyamet Günü Argümanının çoklu dünyalar
versiyonu da mevcut. Bizim gibi gezegenler arası ulaşım araçları
üretebilmiş uzaylı medeniyetleri de aynı formüle tabi. Diğer galaksilere
yolculuğumuzda bulacağımız şey, büyük ihtimalle uzaylı iskeletleri ve
sağa sola saçılmış zilyonlarca litre roket yakıtı olacak.
Uzaylılar Belki de Yoktur
Peter Ward ve Donald E. Brownlee tarafından geliştirilen Nadir Dünya
hipotezine göre Dünyamızdaki yaşamın oluşumu, rastgele fakat çok derin,
spesifik, jeolojik ve astrofiziksel olayları içeren detaylı
şartların karşılanması gibi bir şey. Bu karmaşa, evrenin başka hiç bir
yerinde olamazmış gibi görünüyor. Tabii ki başka gezegenlerde de
bakteriler, kozmik mantarlar veya algler olabilir; ama bizim gibi zeki
canlıların görülme olasılığı, yaşamınızın her gününde piyangoyu
kazanıp, ölümü 200. yaş gününüzde Doktor Brown’un zaman treninin
kafanıza çarpmasıyla tatma olasılığınızla ile eşdeğer.
Öncelikle Güneş sistemimizin konumu çok
yerinde; galaksi merkezine biraz daha yakın olsa, her şey supernova
radyasyonunda eriyip gider. Daha uzak olsaydı yaşamı sağlayan koşulları
sağlayamazdı. Bunun yanı sıra Güneş sistemimizdeki yıldızımız Güneş
çok yaşlı, çok parlak veya çok büyük olmamalı ki kompleks yaşam
oluşabilsin; evet, biraz nazlıyız. Son olarak yaşam oluşumuna
uygun gezegenlerin mükemmel bir yörüngeye sahip olması gerekir;
yörüngemiz %5 daha küçük veya %15 daha büyük olsaydı yanarak veya
donarak ölecektik. Yörüngemizde bir ay bulunmasıysa oldukça önemli,
sayesinde gezegenimiz daha düzgün eksende duruyor ve ani iklim
değişiklikleri engelleniyor. Eğer Ay gibi bir uydumuz olmasaydı büyük ihtimalle ölecektik veya Dünya’da yaşam hiç başlayamayacaktı. Jeolojik dönemlerin
yaşanma sırası da zeki ve kompleks yaşamın oluşması için oldukça
önemli. Eğer Mesozoic çağ Cenozoic çağdan sonra olsaydı insan oluşumu
için gerekli ortam asla oluşamazdı. Evrim bambaşka bir sırada işlerdi ve
dinozor insan arası bir ırk oluşabilirdi.
Güneş sistemimizdeki diğer gezegenlerin
varlığı bile Dünya’da yaşam gelişmesi için gerekli. Bunlara benzer
sayısız başka değişken, gezegenimizde zeki yaşam oluşumu
sürecinde önemli birer etkiye sahip; tüm bu özelliklerin evrenin başka
bir yerinde tekrarlanma olasılığı oldukça düşük görünüyor. Yani diğer
uzaylı medeniyetlerle iletişime geçmemiş olmamızın sebebi, aslında
ortada başka bir medeniyet olmaması olabilir. Tabii bu teori, evrenin
büyüklüğü düşünüldüğünde pek de akla yatkın durmuyor. Yine de olasılık
olasılıktır diyoruz.