12 Ocak 2017 Perşembe

Hani nerede bu uzaylılar? Niçin onları hala keşfedemedik?

uzaylılar

Uzaylıları Neden Hâlâ Keşfedemediğimize Dair 5 Teori

İnsanların büyük bir kısmı, başka gezegenlerdeki yaşam olasılığı konusunda takıntı sahibi. Bunun bir sonucu olarak, uzaylı medeniyetlerle alakalı sayısız film, kitap ve tv dizisi üretmiş durumdayız. Dahası hatırı sayılır sayıda insan, uzaylıların var olmakla kalmayıp gezegenimizi sürekli ziyaret ettiği, çiftlik hayvanlarımızı kaçırdığı ve hatta bazılarımıza tecavüz ettiği (!) inancına dayalı bir alt kültür bile oluşturmuş durumda.
Fakat içtenlikle ve neredeyse büyük bir kesinlikle söyleyebiliriz ki, henüz herhangi bir Dünyalı warp motorlu uzay gemilerini ya da Crab Nebulası’ndaki küçük göğüslü uzay kadınlarını görmedi. Belki de hiç göremeyecek. Çünkü uzaylılarla tanışma ihtimalimiz olmayabilir. Neden mi? Açıklayalım:

Büyük İhtimalle Fazlasıyla Dünya Dışı Yaratık Gibidirler

uzaylılar 2
Dünya dışı yaratık anlayışımız, bariz bir şekilde Dünya’daki yaşamdan esinlenmiş durumda. Bilimkurgu ve fantastik eserlerin hemen hemen hepsinde insan olmayan ırklar insansı bir şekilde resmedilmiştir; Uzay Yolu serisinden bildiğimiz Klingonlar teknik olarak kızgın uzaylı mağara adamlarıyken, Vulcanlar neredeyse tamamen insan görünümünde. Luke Skywalker ve Han Solo, 70’li yıllardan kalma dünyalı beyaz adamlara benzeseler de aslında birer uzaylıdırlar. Mass Effect serisinden Asari ise deri altı rasta saçlı mavi Şirinleri andırıyor. History Channel’ın UFO programlarında gördüğümüz sözde UFO görgü tanıkları bile uzaylıları tıpkı insanınki gibi kafa, kol, bacak ve gözlere sahip şekilde tanımlıyorlar. Alien serisindeki Xenomorphlar da, insan figüran tarafından oynanabilmeleri için insana benzetilmiştir. Sözün özü şu ki, zeki canlıyı bir şekilde insan formunda tasvir etmek gibi bir eğilimimiz var.
Gerçekteyse yaşama ev sahipliği yapabileceği düşünülen herhangi bir yıldız kümesinde canlılığın nasıl bir şey olacağını bilmiyoruz. Örneğin bir gezegendeki baskın yaşam formu, neon gazı ve uzay şimşeğinden oluşan bir osuruk bulutu olabilir. Atonal ıslıklarla, etraftaki hava sıcaklığını değiştirerek, hatta belli kokular salarak birbirleriyle konuşuyor olabilirler ki açıkçası bu üçüncü yöntem insan türünün kimi bireylerinde de zaten gözlenmektedir.
Başka bir deyişle, Dünya’da yaşamın temeli olan karbon tabanlı sistem, tüm evrende geçerli olmayabilir. Uzaylıların gezegeninde karbon atomu bulunmayabilir bile. Yani uzaylı medeniyetlerle şimdiye kadar karşılaşmadığımızı düşünmemizin sebebi, karşılaştığımızda onların uzaylı olduğunu anlayamamamız olabilir. Uzaylıların fiziksel olarak insana çok benzediğini kabul etsek bile, onların düşünme biçimleri hız ve tepki açısından bizimkinden çok farklı olabilir. Bu konu Carl Sagan‘ın ünlü romanı ve film uyarlaması Contact‘te de işlenmiştir. İnsanların, uzaylılar tarafından gönderilen tek bir cümleyi çevirmesi aylar, yıllar alabilir. Uzaylılar 70 yıldır bize aynı cümleyi tekrar tekrar gönderiyor olsalar, biz sinyal kirliliği sanıp es geçiyor bile olabiliriz.

Belki de Bize Müdahale Etmek İstemiyorlar

uzaylılar 3
Bizle iletişim kurabilecek kadar ileri bir uygarlık olduğunu varsayalım, ama bizim gezegenimizi yok etmek veya altınlarımızı kaçırmak istemesinler. Yine de bizimle iletişime geçmek istememelerinin önemli sebepleri olabilir. Eğer daha önceden Uzay Yolu dizisini izlediyseniz Atılgan filosunun uymak zorunda olduğu (ve yaklaşık 8 defa ihlal ettiği) Birleşik Federasyon’un birinci direktifini biliyorsunuzdur.
Bilinç sahibi ırkların, normal kültürel evrimlerine göre yaşama hakkı kutsaldır, hiçbir mürettebat diğer canlıların normal ve sağlıklı gelişimine müdahale etmeyecektir. Yüksek düzeyde bilgi, güç ve teknolojinin onu doğru kullanma kapasitesinde olmayan dünyalarla paylaşılması, bu kısıtlama kapsamındadır… Bu emir tüm diğer emir ve uygulamaların üstündedir ve en yüksek ahlaki sorumluluktur.
Kısaca sonucu ne olursa olsun, Atılgan diğer gezegenlerdeki yaşama hiçbir şekilde müdahale edemez. İki uzaylı ırkın savaşında taraf tutamaz ve onları lazer topları ile silahlandıramaz. Aynı şekilde açlıkla boğuşan bir köye uzay kekleriyle dolu koliler yollayamaz. Gerçekten de bu direktif yüzünden birçok medeniyetin birbirini yok etmesine izin verilmiştir. Dünya dışı canlılarla ilgili böyle bir teori gerçekten de mevcuttur. Hayvanat Bahçesi Hipotezi denen bu hipotez, Dünya’nın doğal gelişim ve evrimini bozmamak için müdahaleden kaçınan gelişmiş uzaylı ırkların varlığını kabul eder. Uzaylılar, bizler onların belirlediği bir seviyeye ulaşana dek bizi sadece izleyecekler, biz yeterince olgunlaşınca zamanda yolculuk yapabilen roketlerinin sırlarını bizimle paylaşacaklar.
Bu uzaylılar ne kadar dallama değil mi? Belki de değil… Ne kadar iyi niyetle olursa olsun, hayırseverlik bazen hiç öngörülemeyen şekilde geri tepebilir. Kuraklığı ve geri kalmışlığıyla bilinen Etiyopya’da hayat standartlarını yükseltmek için birçok proje uygulandı. Bu projelerden biri de evlere şebeke suyu bağlanmasıydı. Bu projeyle bebek ölümleri önemli oranda düştü, böylece nüfus patlaması ve barınma sorunu ortaya çıktı. Nüfus artışıysa daha fazla kaynağa ihtiyaç duyulması demek ve maalesef musluklardan para akmıyor. Hayatta kalmayı başaran çocuklar büyüdüklerinde açlıkla karşı karşıya kaldı. Kısacası bir problemin çözümü daha kötü başka problemlere yol açtı.
Hayvanat Bahçesi Hipotezi açısından bakarak, uzaylıların karanlık çağ döneminde Dünya’yı ziyaret ettiğini ve insanların üzerine uzay yengeçleri salmadığını düşünelim. Bunun yerine, kendi kendini şarj edebilen ay küpü teknolojisini ve bizi kaynaklar için bir daha mücadele etmek zorunda bırakmayacak gelişmiş sulama teknikleri getirmiş olsunlar. Uzaylılar geri dönerken, insanlara tükenmeyen kaynaklar bıraktıkları için gönül rahatlığı içinde olacaklardır. Ardından Dünya’daki nüfus kısa sürede çok artacak; bu kez savaşımız petrol için olmayacak ama barınma sorunu yüzünden ay küpü lazerlerimizi birbirimize doğrultacağız. Uzaylı dostlarımız 100 yıl sonra durumumuza bakmak için geri döndüğünde yıkılmış bir dünya ve cesetlerimizle karşılaşacaklar. Kara kara İntergalaktik Topluluğa sunacakları raporu düşünecekler. Uzaylıları böyle bürokratik sorunlarla üzmek istemeyiz elbette, onlar da istemeyeceklerdir. Ancak tek sebepleri bu olmayabilir…

Uzaylıların Vaktini Almaya Değmeyecek Kadar Değersiz Olabiliriz

uzaylılar 4
İvmelenen Getiri Yasasına (Law of Accelerating Returns) göre bir medeniyet teknolojik adımlar atmaya başladığında, gelişmişlik seviyesi kısa sürede üstel olarak artacaktır. Örnek vermek gerekirse insanlar binlerce yıldır bu dünyada takılıyor ama en büyük ilerlemelerini son yüzyılda yaptı. Bu gelişmelerin her iterasyonu bir öncekine göre daha kısa sürede gerçekleşmiştir; bilgisayarsız dönem ile ilk bilgisayarların yapılmasına kadar zaman, iPhone 4 ile iPhone 5 arasındaki zamandan çok daha fazladır. Her bina inşa edişimizde çivi ve çekiçleri tekrar icat etmeyiz, var olan aletleri daha verimli kullanmanın yollarını deneriz.
Şimdi aynı mantığı ileri gelişmişlik düzeyine ulaşmış, yıldızlar arası mesafelerde dolaşabilen uzaylılar için uygulayalım. Eğer uçan daireler teknolojik gelişimin son aşamaları ise, uzaylılar teorik olarak İvmelenen Getiri Yasasının çoktandır keyfini çıkarıyorlar demektir. Dünyanın son 50 yıllık teknolojisini alır 300 veya 400 ile çarparsak yıldızlar arası seyahat edenlerin teknolojilerine ulaşabiliriz. Halbuki biz mikrodalga fırında pizza ısıtan insancıklar olarak onlara ne verebiliriz ki?
Bizim kırmızı balıklarla konuşmak için vakit harcamadığımız gibi, uzaylı medeniyeteler de bizimle vakit harcamak istemiyor olabilir; birbirimize aktarabileceğimiz çok fazla şey olmayabilir. Belki de boyut değiştirebilen ay kertenkeleleri gezegenimizdeki zeki yaşamı fark etti ve zeka parmaklarıyla rubik küp çözme işine ara vererek zaman yolculuğunun önemli noktalarını insanlığın en zeki bireylerine anlatmaya başladı. Sonra da farketti ki bunları anlattığı ırkın mensupları, otomat makinesinden film kiralamayı daha 3 sene önce akıl edebilmişti. Büyük bir hayal kırıklığı içinde uzay gemilerine döndüklerinde Galaktik Ağ sistemine bağlanıp Dünya’yı Birleşmiş Gezegenler Federasyonu aday listesinden çıkaracaklardır.

Geldiklerinde Çoktan Ölmüş Olabiliriz

Ball
Uzaylıların varlığından bahsederken genelde, milyonlarca gezegenin en az biri üzerinde iletişim kurabileceğimiz yeşil adamların bulunma olasılığını kastediyoruz. Ama bir olguyu gözden kaçırıyoruz: Zaman.
Düşünün bir kere; Dünyamız, biz üzerinde görünmeye başlamadan 4 milyar yıl önce de vardı. Belki o zamanlar civarda bir uzaylı uygarlığı da gelişmişti ve uzay yolculuğu konusunda ilerleyip bizi ziyaret etmişlerdi. Belki de Dünya’da büyük salak dinozorlarla karşılaşmışlardı. Yani iki ayrı zeki ırkın fiziksel olarak yakın çevrelerde ortaya çıkması yeterli değil, yakın zamanlarda hayat bulmaları da gerekir.
Çok da olumsuz düşünmeyelim ama büyük olasılıkla bu ırklardan biri diğerinden önce yok olacak. Uzun zamandan beri hevesleri kursakta bırakmayı huy edinen bilim insanları, Kıyamet Günü Argümanı diye bir şey uydurdular. Bu istatistiksel denklem şimdiye kadar doğmuş insanların sayısından yola çıkarak gelecekteki insan popülasyonunu tahmin etmeye yarıyor. Bu formüle göre insanlık, yıldızlar arası seyahatleri gerçekleştiremeden ya da uzaylılar uçan dairelerle gelip bize yeşil yüzlerini göstermeden çok önce yok olmuş olacak.
Denklem insanlığın önümüzdeki 9000 yıl içinde yok olma potansiyelini %95 olarak belirlemiş. Büyük kozmik bir çerçeveden baktığımızda çok da uzun bir süre değil. Eğer uzaylılarla tanışmak istiyorsak acele edip, yıldızlar arası seyahat teknolojileri geliştirmeliyiz. Biliyoruz ki onların bizle iletişime geçme gibi bir hevesi yok.
Dünya milyarlarca yıldır uzayın siyahlığında dönen görece genç bir gezegendir. İstatistiksel bakarsak, trilyonlarca gezegen üzerinde zeki varlıkların yaşamı binlerce yıl önceden başlamış olabilir. Eğer şimdiye kadar süper uzay gemileri yapmadılarsa büyük ihtimalle bundan sonra da yapamayacaklardır.
Yıldızlar arası seyahat edebilecek olsak bile, Kıyamet Günü Argümanının çoklu dünyalar versiyonu da mevcut. Bizim gibi gezegenler arası ulaşım araçları üretebilmiş uzaylı medeniyetleri de aynı formüle tabi. Diğer galaksilere yolculuğumuzda bulacağımız şey, büyük ihtimalle uzaylı iskeletleri ve sağa sola saçılmış zilyonlarca litre roket yakıtı olacak.

Uzaylılar Belki de Yoktur

Kozmik Yalnızlık
Peter Ward ve Donald E. Brownlee tarafından geliştirilen Nadir Dünya hipotezine göre Dünyamızdaki yaşamın oluşumu, rastgele fakat çok derin, spesifik, jeolojik ve astrofiziksel olayları içeren detaylı şartların karşılanması gibi bir şey. Bu karmaşa, evrenin başka hiç bir yerinde olamazmış gibi görünüyor. Tabii ki başka gezegenlerde de bakteriler, kozmik mantarlar veya algler olabilir; ama bizim gibi zeki canlıların görülme olasılığı, yaşamınızın her gününde piyangoyu kazanıp, ölümü 200. yaş gününüzde Doktor Brown’un zaman treninin kafanıza çarpmasıyla tatma olasılığınızla ile eşdeğer.
Öncelikle Güneş sistemimizin konumu çok yerinde; galaksi merkezine biraz daha yakın olsa, her şey supernova radyasyonunda eriyip gider. Daha uzak olsaydı yaşamı sağlayan koşulları sağlayamazdı. Bunun yanı sıra Güneş sistemimizdeki yıldızımız Güneş çok yaşlı, çok parlak veya çok büyük olmamalı ki kompleks yaşam oluşabilsin; evet, biraz nazlıyız. Son olarak yaşam oluşumuna uygun gezegenlerin mükemmel bir yörüngeye sahip olması gerekir; yörüngemiz %5 daha küçük veya %15 daha büyük olsaydı yanarak veya donarak ölecektik. Yörüngemizde bir ay bulunmasıysa oldukça önemli, sayesinde gezegenimiz daha düzgün eksende duruyor ve ani iklim değişiklikleri engelleniyor. Eğer Ay gibi bir uydumuz olmasaydı büyük ihtimalle ölecektik veya Dünya’da yaşam hiç başlayamayacaktı. Jeolojik dönemlerin yaşanma sırası da zeki ve kompleks yaşamın oluşması için oldukça önemli. Eğer Mesozoic çağ Cenozoic çağdan sonra olsaydı insan oluşumu için gerekli ortam asla oluşamazdı. Evrim bambaşka bir sırada işlerdi ve dinozor insan arası bir ırk oluşabilirdi.
Güneş sistemimizdeki diğer gezegenlerin varlığı bile Dünya’da yaşam gelişmesi için gerekli. Bunlara benzer sayısız başka değişken, gezegenimizde zeki yaşam oluşumu sürecinde önemli birer etkiye sahip; tüm bu özelliklerin evrenin başka bir yerinde tekrarlanma olasılığı oldukça düşük görünüyor. Yani diğer uzaylı medeniyetlerle iletişime geçmemiş olmamızın sebebi, aslında ortada başka bir medeniyet olmaması olabilir. Tabii bu teori, evrenin büyüklüğü düşünüldüğünde pek de akla yatkın durmuyor. Yine de olasılık olasılıktır diyoruz.